Oğlum Takı ve Çantalarıma İlgi Gösteriyor Onları Takmak İstiyor, Bu Normal mi?

* 2.5 yaşındaki oğlum takılarıma ve çantama ilgi gösteriyor ve onları takmak istiyor. Eşim ve ben bunu engelliyoruz. Ben bu konuda daha yumuşak tepki veriyorum. Bu tür şeyleri kızların taktığını, erkeklerin takmadığını söylüyorum. O da o an vazgeçiyor. Eşim ise bağırıyor. Bazen oyuncak bebeklerle ilgileniyor. Aslında bu tür şeylere ilgisi aşırı değil. Az da olsa bir erkek çocuğun bunlarla ilgilenmesi normal mi?

Bu yaştaki bir çocuğun çevresindeki her şeyle ilgilenmesi son derece doğal. Takılar renkleri ve parlaklıkları ile çocukların ilgisini çekebilecek malzemelerdir. Ayrıca çocuklar çevresinde gördüklerini taklit ederek öğrenirler. Annenin makyaj yapmasını, takı takmasını izlemek çocuğun böyle bir davranışı taklit etmesi için yeterlidir. Cinsiyet rolünü benimsemeye başlaması bu yaşlarda olur. Oyuncak bebekler, evcilik malzemeleri çocuklar için çok uygun dramatizasyon malzemeleridir. Çocuklar bu yolla kendi iç dünyalarını yansıtabilirler. Çocuğunuz bu tür oyuncaklarla oynamak istediğinde onu engellemek yerine oyununu izlemek, kurduğu hikayenin içeriğini takip etmek daha uygun olur. Çünkü bu yolla çocuğun duygularını, ihtiyaçlarını, endişelerini tanımak mümkündür.

Çocuğun taklit davranışı, bize çocuğun daha çok kiminle özdeşleşmiş olduğu konusunda da fikir verir. Çocuğunuz daha çok ev işlerini taklit ediyorsa, sizin süslenme davranışınızla daha çok ilgiliyse bu durumda baba ile fazla vakit geçirememiş olduğunu ya da fazla yakın ilişki içinde olamadığını anlayabiliriz. Böyle bir durumda çocuğun oyununa ve oyun için seçtiği malzemelere müdahale etmek yerine babanın çocukla daha fazla vakit geçirmeye çalışması, onunla oyunlar oynaması daha yararlı olacaktır. Çünkü çocukların her türlü davranışı çocuğu tanıma ve uygun davranışı belirleme konusunda bize yol göstericidir. Davranışları problem olarak ele almadan önce bize neyin ipucunu verdiğini anlamaya çalışmalıyız.

0 yorum:

Çocuklarda Diş Gıcırdatma

* Çalışan bir anneyim. 2.5 yaşındaki oğlum geceleri diş gıcırdatıyor. Bu problemin nedeni psikolojik mi? Ne yapmam gerekiyor?

Geceleri diş gıcırdatma çocuklarda sıklıkla rastlanan bir problemdir. Bu problemin nedeni psikolojik ya da fiziksel olabilir. Öncelikle çocuk hekiminin çocuğun genel sağlığını düzenli olarak takip etmesi bu nedenle önemlidir. Çünkü örneğin bağırsak parazitlerinin de böyle bir duruma neden olabileceği bilinmektedir. Ayrıca bir diş hekimiyle görüşülüp çocuğun diş yapısı ve çene gelişiminin de değerlendirilmesi gerekebilir.

Psikolojik olarak değerlendirildiğinde diş gıcırdatma, çocukların yaşadıkları birçok kaygı, sıkıntı ve üzüntünün bir dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. Öncelikle tüm psikolojik kaynaklı sıkıntılarda olduğu gibi bu problemin ne zaman başladığı, nasıl bir sıklıkta sürdüğü, hangi durumlarda yoğunlaştığı gözlenmelidir. Aynı şekilde azaldığı durumların da gözlenmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra çocuğun gündüz oyun anında ve anne-baba ile ilişkisi sırasında nasıl bir tutum içinde olduğu da önemlidir.

Psikolojik sıkıntılar yaşayan çocuklar bu sıkıntıyı değişik biçimlerde ifade edebilirler. Dikkatli bir gözlemin yapılması ve ipuçlarının dikkatli değerlendirilmesi gerekir. Bu yaşlarda anne ile ilişkinin yeterli ve doyurucu olması da önemlidir. Sizin gözünüzden kaçan bir ihmal veya huzursuzluk ortamı çocukta kaygının artmasına neden olmuş olabilir. Ortamı yeniden düzenledikten ve çocuğunuzla ilişkinizin kalitesini gözden geçirdikten sonra belli bir süre daha izleyip problem hala devam ediyorsa bir uzmandan yardım istemeniz faydalı olabilir.

0 yorum:

Aldatılan Hamile Kadın Psikolojisi

Evlilik ilişkisinin en önemli dayanaklarından biri de güvendir. Bir kişiyle yaşamı paylaşmaya karar
verirken karşı tarafın her koşulda güvenilir olduğunu bilmek, hiçbir durumda kendisini aldatmıyor olduğuna inanmak gerekir. Bu öngörü olmadan evlilik birliğini kurmak neredeyse imkansızdır. Ancak bazen karşılıklı verilen sözler tutulamaz ve karşı taraf eşinin bilgisi olmaksızın bir başka kişiyle ilişkiye girer. Burada ilişkinin yapısı ve karşılıklı beklentiler-sözler son derece önemlidir. Bazen kişi eşinin karşı cinsten başka biriyle konuşmasını bile tolore edemeyebilir. Ya da tam tersi eski erkek/kız arkadaşıyla zaman geçirmesi kişiyi rahatsız etmiyor olabilir. Buradaki en önemli belirleyici yaşananların karşı tarafın bilgisi dahilinde olmasıdır. Gizlice ve onaylanmadan yapılan her şey ilişkideki güveni sarsacaktır. Gizli ilişkinin daha ileri bir boyuta taşınması, örneğin cinsel ilişki boyutu eklenmesi elbette en çok “aldatma” olarak nitelenecek boyuttur. Ama evlilik ilişkisi güvenin sarsılmasıyla zaten ihanete açık bir hale gelir. Bu nedenle aldatma boyutuna varmadan önce güveni korumaya çalışmak ve güven zedelendiğinde de bunun ne kadar hoşgörü ile karşılanabileceğini belirlemek önemlidir. Çünkü genellikle ilişkilerde cinsel ilişki boyutunda aldatma aşamasına gelmeden önce başka sinyaller de vardır. Ve yine çok az kadın ya da erkek eşi kendisini aldattığında bunun “beklenmedik bir şey” olduğunu düşünür. Özetle aldatma hissedilen bir şeydir ve yine genellikle aldatan eş eşi tarafından bir şekilde hoş görüleceğini bilerek bunu yapar.

Aldatmanın psikolojik boyutu nedir ve erkekler neden aldatır?

Aldatmak genellikle farklı haz arayışlarıyla ilgilidir. Toplumumuzda daha sık görülen şekli erkeğin kadını aldatmasıdır. Bunda toplumsal değerlerin ve erkek için kabul edilen, hoş görülen ve onaylanan davranışların etkisi büyüktür. Neredeyse bebeklikten itibaren erkek çocuklar için kızlara ilgi ve cinsel çağrışım içeren espriler çok vurgulanır. Kızlara ilgi neredeyse “erkek” olmanın bir göstergesidir ve bunun her durumda her ortamda vurgulanması söz konusudur. Hatta 2-3 yaşlarındaki erkek çocukların “pipilerini göstermeleri” komik bir durum olarak ele alınır ve pekiştirilir. Oysa kızlar için tam tersi bir durum söz konusudur. Kadınlık ve kadın cinselliği bastırılan, gizlenmeye çalışılan bir özellik taşır. Evlilik birliği içinde her iki taraf için de “aldatma” “başka biriyle cinsel içerikli bir ilişkiye girme” yasaklansa da erkeğin böyle bir şey yapması durumunda genellikle bu daha az yadırganır. Hatta dilimizde “erkeğin elinin kiri” vb. deyimler de mevcuttur. Aslında hem kadınlar için hem erkekler için ortak olan cinsel haz arayışı daha fazla kabul bulduğu bir ortamda gerçeğe dönüşür. Ya da bazen gizli bir şekilde gerçekleşir. Burada kişilik faktörü, ilişkinin yapısı, kişinin kendi kendine yaşadığı psikolojik sıkıntılar, kendini güçlü hissetme arzusu, eski ilişkinin yıpranmışlığı, kendisini eski ilişkisinde yeterince değerli görmeme, yaşamdan memnuniyetsizlik, yetersizlik hissi gibi bir çok etken belirleyici olabilir. Bazen de gerçekten biten bir ilişkinin habercisi olabilir. Başka birine duyulan gerçek bir aşk buna yol açabilir. Tüm bunların değerlendirilmesi ve olaya sadece bir “ihanet” olarak bakılmaması önemlidir. Değişiklik arayışı ve yaşam rutinlerinin bozulması bir çok psikolojik sıkıntının da habercisi olabilir.

Kadınlar hamilelik sürecinde nasıl bir psikoloji içerisinde olurlar?

Hamilelik kadınlar için hem keyifli hem de zor bir süreçtir. Özellikle beklenen ve istenilen bir hamilelikse bu dönem son derece keyifli geçebilir. İyi giden bir sevgi ve aşk ilişkisinin sonucunda
hamile kalmak hem o aşkın bir ürünü olarak algılanır hem de bu birlikteliğin bundan sonraki nesillere aktarılması anlamını taşır. Bu nedenle de anne adayı için gurur ve keyfin bir arada yaşanmasına neden olur. Aynı duyguları baba adayının da yaşaması durumunda fiziksel bazı zorluklara rağmen hamileliğin keyfi daha fazla yaşanır. Vücudun ve hormonların değişimi, psikolojik olarak da bazı değişimlere neden olur. Ani duygusal değişimler sıktır. Bu dönemde kadının çevresinin ilgisine ve desteğine ihtiyacı her zamankinden fazladır. Özellikle de eşinin desteği ve ilgisi hamilelik sürecinin sağlığı açısından son derece önemlidir. Bir çok kadın için hamilelikle birlikte vücutta oluşan değişiklikler, kilo alma, orantısız bir hal alma vb ciddi sıkıntılara neden olmaktadır. Bu durum adeta kadınlığın kaybı, cinsel çekiciliğin yitirilmesi gibi algılanabilir. Burada da eşin şefkatli ilgisi ve desteği önemli olmaktadır.  Zaman zaman ortaya çıkan kaygılar (bebeğin sağlığı ile ilgili ve hamilelik sürecinin nasıl geçeceğine ilişkin kaygılar) ve korkular ancak eşin desteği ile en aza inebilir. Yine zaman zaman ortaya çıkan yoğun duygusal hassasiyetler, çabuk sinirlenme, kolay hüzünlenme, ağlama vb. tepkilerin bu döneme has olduğu unutulmamalıdır. Özellikle hamileliğin ilerleyen dönemlerinde hareketin kısıtlanması ve doğumun yaklaşması çevrenin ve eşin desteğine olan ihtiyacı daha da artırır. Hamileliğin başından sonuna dek her devrenin farklı bir özelliği vardır ve kadının yaşadığı gerek psikolojik, gerek hormonal gerekse fiziksel değişimler esnasında eşin desteği, toleransı, ilgisi ve sevgisi son derece önemlidir.

Erkekler hamilelik süreçlerinde neden eşlerinden uzaklaşır ve dışa eğilim gösterirler?

Hamileliğe hazırlanmak kadın için olduğu kadar erkek için de son derece önemlidir. Bu süreç içinde kendisini, eşini ve ilişkisini nelerin beklediği hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bu dönem yaşam tarzına yepyeni bir bakış getirmeyi gerektiren özel bir dönemdir. Bu nedenle erkeklerin de bu döneme psikolojik olarak hazırlanmaları önemlidir. Böyle bir hazırlık döneminden geçmeyen erkekler bu dönemi zor geçirebilirler. Özellikle de bebek kararı ortak değilse ve baba adayının isteği dışında hamilelik oluştuysa bu durum hem kadın hem de erkek için zorlayıcı bir dönem olabilir. Erkeklerin eşlerinin hamilelik döneminde eşlerinden uzaklaşmalarının bir çok nedeni olabilir. Bazen eşlerinin artık “anne” oldukları düşüncesi eşlerine karşı cinsel isteklerini azaltabilmektedir. Ya da bazen bebeklerine bir zarar verebilecekleri kaygısı ile eşleriyle cinsel ilişkiye girmek istemeyebilirler. Bir çok erkek bu dönemde bu kaygıyı yaşar. Bazen de eşlerinin birden bire çok kilo almaları, yaşadıkları ani duygulanım değişimleri erkekleri uzaklaştırabilir. Eşlerine karşı cinsel isteklerinin azalması erkeklerde kaygı yaratabilir ve bu nedenle bu isteği başka kadınlara duyup duymadıklarını test etmek isteyebilirler. Ancak bu tavırların tümü hamilelik sürecine yeterince iyi hazır olmamakla ilgilidir. Başından itibaren jinekologla yapılacak görüşmelerde erkeğin de bulunması, tüm bu gelişmeler hakkında baştan bilgi sahibi olması, cinsel ilişkinin hangi dönemlerde nasıl sınırlanması gerektiği konusunda bilgi sahibi olunması bu gibi sorunların yaşanmasına engel olacaktır. Bu nedenle anne adaylarının eşlerini başından itibaren sürece dahil etmeye özen göstermeleri önemlidir.

Aldatılan hamile bir kadının psikolojisi nasıldır?

Güvende olmak, desteklenmek, ilgi ve şefkat görmek hamile bir kadının en önemli ihtiyacıdır. Böyle bir dönemde aldatılmak başka dönemlere göre çok daha örseleyicidir. Çünkü kadın bu dönemde bebeğin sağlığının sorumluluğunu da taşımaktadır. Kendisiyle ilgili var olan kaygıları eşin aldatmasıyla iyice belirginleşir. Kendisini yalnız, terk edilmiş hissedebilir. Zaten var olan duygusal dalgalanmalar iyice belirginleşebilir ve derin bir mutsuzluk, depresif duygular ve ağlama krizleri ortaya çıkabilir. Bir yandan yaşadığı bu duygusal sarsıntıdan bebeğin zarar göreceği kaygısıyla suçluluk duyguları ortaya çıkabilir. Kendi fiziksel ve psikolojik durumu dolayısıyla başka bir kadınla rekabet edebilecek güçte hissetmeyebilir, Bu kadını daha da depresif ve çaresiz hissettirebilir. Eşe duyulan kızgınlık, kendisine dönük değersizlik duygularına dönüşebilir ve bir kadının hamileliğinde hiç hissetmemesi gereken duygular yoğun bir şekilde hissedilir. Elbette hamilelik sürecinde annenin psikolojik sağlığı, huzuru ve mutluluğu, bebeğin sağlığı açısından da son derece önemlidir.

Aldatılan eş neler yapmalı ve ruh sağlığını nasıl korumalıdır?

Aldatılmak, özellikle de hamilelik döneminde aldatılmak oldukça sarsıcı bir yaşam deneyimidir. Böyle bir deneyimi yarasız atlatmak kolay değildir. Böyle bir durumda öncelikle eşinizle konunun detaylarını konuşmalısınız. Çünkü sizin kafanızda oluşturduğunuz kaygılardan farklı nedenlerden ötürü eşiniz böyle bir şeye yönelmiş olabilir. her şeyin açık açık konuşulması önemlidir. Mümkün olduğunca kaygıları azaltmaya çalışmak önemlidir. Belki de eşinizle en çok iletişim içinde olmanız gereken dönem bu dönemdir. İhaneti aldatmak ya da aldatmamak konunun başka bir boyutudur. Öncelikli olarak hamilelik süresince ihtiyaç duyduğunuz desteğe odaklanmalısınız. Bunun için de eğer mümkünse eşinizle birlikte profesyonel bir yardım almaktan çekinmemelisiniz.  Sizi dinleyen, anlayan ve destek verebilecek olan yakınlarınızdan, arkadaşlarınızdan destek almanız, sıkıntılarınızı onlarla paylaşmanız yararlı olabilir. Ancak bazen arkadaşlar ve aileler sizi istemediğiniz şeyler yapmaya da yönlendirebilirler. Burada kendi yüreğinizin sesini dinlemeye özen göstermeli ve onların sizi olumsuz etkilemelerine izin vermemelisiniz. Ayrıca jinekoloğunuzla yapacağınız görüşmeler, bebeğinizin sağlıklı gelişimini takip etmek sizi iyi hissettirebilir. Bebeğinizle birlikte yepyeni bir yaşama adım atacağınızı düşünebilir ve bunun da bir yaşam hediyesi olduğu fikrine yönelebilirsiniz. Bazen bu gibi durumlar kötü giden bir ilişkinin sonlanmasına da aracı olabilirler. Böyle bir durumun hamilelik dönemine rast gelmesi elbette son derece üzücüdür ama bazen kötü giden bir ilişkiyi mecburiyetten sürdürmektense böyle bir bahane ile bitirmek daha olumlu sonuçlara neden olabilir. Yani çok kötü gibi görünen bir durum sizin için hayırlı ve olumlu bir gelişme de olabilir. Ama tabi öncelikle böyle bir aldatmanın sizin için ve eşiniz için tam olarak ne anlama geldiğini belirlemeli, bunun üzerine konuşmalı ve birbirinize açık olmalısınız. Bazen bu durum daha önemsiz bir şey olarak yorumlanabilir. Bazen de asla affedilemez bir durum olarak değerlendirilebilir. Burada önemli olan eğer bu konu unutulacaksa ve önemsiz bir şey olarak değerlendirilecekse daha sonra bunun ilişkiyi kötü etkilemesine izin vermemektir. Aksi halde ilişki devam ettikçe bunun sıkıntısı ve güvensizlik de devam edecektir.

0 yorum:

Çocuk ve Aşk

Çocuklukta "AŞK" Olarak Nitelendirilen Duygunun Pedagojik Olarak Analizi


Çocukların bebeklik döneminden itibaren anne-baba dışındaki kişilere fazla yakınlaşma ve bu kişileri “daha özel” bir yere koyma olasılıkları vardır. 3 yaş öncesi çocuklarda bazen başka birine duyulan bu özel yakınlık daha çok o kişiye daha yakın olma, daha sempatik olma şeklindedir. Bu aslında çocuğun sevilme, ilgi görme fark edilme ve önemsenme ihtiyacıyla ilgilidir. Genellikle anne-babalarından ihtiyaç duydukları yakınlığı göremeyen ve bir şekilde ihmal edilen bebekler başka yetişkinlere ya da kendilerinden büyük başka çocuklara yakınlaşmakta, onlarla ilişkilerinde adeta tutku ile bağlı görünmektedirler. 3 yaş öncesindeki bu sıcak duygular çevre tarafından henüz bir “aşk” olarak nitelenmemektedir. Ancak 3 yaşından sonra yani çocuğun anneden bağımsızlaşıp birey olmaya başlamasıyla birlikte çocuk çevredeki birçok şeyi -dolayısıyla  başka insanları- daha farklı şekilde fark etmeye ve tüm dış dünya ile daha yoğun bir şekilde ilişki içine girmeye başlar. Bu çevredeki duyguların anlaşılmaya başlandığı yaştır. Çevredeki duygusal ilişkiler, insanların birbirlerini seviyor, birbirlerine kızıyor olmaları, üzüntüler, mutluluklar, öfkeler, heyecanlar daha dikkatli bir şekilde izlenmeye başlar. 3 yaşından itibaren çocuklar televizyonu da  daha  fazla izlemeye başlarlar. Aynı zamanda yine yavaş yavaş kendi cinsiyetine ait özellikler tanınmaya başlar. Kız çocuklar ve erkek çocuklar kendi doğal rollerini  öğrenmeye ve bunları prova etmeye başlarlar. Henüz karşı cinse tam ilgi olmamakla beraber 4 yaş civarında karşı cins iyice merak konusu olmaya başlar.

Karşı cinsi tanımak bir yandan da kendi farklılığını fark etmek demektir. Birçok çocuk bu yaşlarda hem kendi bedenindeki hazzı tanır hem de iki cinsin birbiriyle ilişkisinin detaylarını merak eder. Bu aşamada tüm bu içsel ve çevresel uyaranların etkisiyle çocuk “aşk”ı da tanımaya başlar. Duygu olarak “aşk”ın ne olduğunu merak eder ve diğer tüm duygular gibi bu duygu da merak uyandırır. Anne-babanın, çevresindeki diğer yetişkinlerin ve televizyonda izlediği görüntülerin etkisiyle bu duyguyu yaşayacağı karşı cinsten birini arar. Bu kişi bazen kendi yaşıtı bazen de bir yetişkin olabilir. Anne-babanın ve çevrenin yakıştırmaları ile de bu duygu pekişir.

Çocuk İçin Aşk Örneği Kimdir? 

Örnek her zaman çevresindeki yetişkinlerdir. Bazen de başka bir çocuğun “ben  ....’a aşığım” tavrı model alınabilir. Bir çok davranış ve tutum gibi “aşık olma” davranışı da model alınabilir ve taklit edilebilir. Ancak belki de aşkın ilk hissedildiği ve tanındığı dönem anneye-babaya olan aşktır. Her çocuğun annesine-babasına hayran olduğu, onu kimselerle paylaşmak istemediği bir dönem vardır. Böylesi bir bağlanmanın yaşanmış olması çocuğun ileriki yıllarda gerçek “olgun aşk”ı yaşayabilmesi açısından da önemlidir. Özellikle anneye duyulan bu bağlılığın yaşanması kadar uygun bir şekilde sonlanması da çocuğun daha sonraki duygusal ilişkileri sağlıklı yaşayabilmesi açısından önem taşımaktadır. Annenin bebeklik döneminde çocuğuyla yakın, sağlıklı ve güvenli bir ilişki içinde olması durumunda 3 yaş civarında çocuklar doğal bir şekilde annelerinden ayrışabilmekte ve bireyleşebilmektedirler.

Anne ile babanın birbirleriyle ilişkileri de çocuğun aşkı ve karşılıklı sıcak duyguları tanıması, algılaması ve değerlendirmesi açısından önemlidir. Birbirleriyle sağlıklı bir iletişim içinde olan, birbirlerine sevgi gösteren, duyguların anlaşıldığı ve ifade edildiği bir ilişki içinde olan anne-babalar çocukların gerçek olgun aşka hazırlıklı olabilmeleri için çok önemli bir ön koşuldur.

Çocukken yaşça büyük olana karşı da aşk tanımlaması altında duygu beslenebilir. (Abinin ya da ablanın arkadaşı. Ya da ebeveynlerin arkadaşları...) Böyle bir durumda ulaşması güç bir hedef karşısında çocuğa nasıl bir tepki verilmelidir?

Verilecek tüm tepkilerin empatik olması önemlidir. Çünkü çocukluktaki bu tarz duygular tamamen özdeşleşme, model alma, kendini ve duygularını tanıma isteği ile ilgilidir. Çocuğun böyle bir durumda ihtiyaç duyduğu tek şey anlaşılmaktır. Bu durumda çocuğa verilecek mesajlar bu “aşk”ın uygunsuzluğu ve olmazlığı değil, aşk olarak ifade edilen uygunun aslında hangi duyguya karşılık geldiğinin ifadesi olmalıdır. “ X abiyi çok seviyorsun, o senin için çok önemli” , X ablanın burada olması hoşuna gidiyor, o senin için iyi bir oyun arkadaşı” vb. gibi geri bildirimler yeterli olacaktır. Bu yaşlardaki “aşk”ın yetişkinlik aşkıyla hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen değişik duyguların provası niteliğindedir. Bu aşk yaşı kendinden büyük karşı cinsten birine olabileceği gibi kendi cinsinden birine yönelik de olabilir. Bu durumda da tepkinin eleştirmek, engellemeye çalışmak yerine çocuğun duygularını anlar nitelikte olması önemlidir.

Anne ve Baba Arasındaki İletişim Çocuğun Karşı Cinse Olan Yaklaşımını Nasıl Etkiler?

Anne-baba iletişimi çocuğun tüm yaşam boyunca model alacağı iletişim biçimidir. Bazen anneye ve/veya babaya olan kızgınlık çocuğun başkalarıyla olan ilişkisinde referans alınırken bazen de tam tersi olarak anne ve/veya babanın olumlu yönleri referans alınır. Ama her koşulda ilişki kurmayı belirleyici olur. Kız çocuk babanın annesine olan tavrına bakarak, babası gibi bir erkeği ya da babası gibi olmayan bir erkeği arar. Aynı şekilde erkek çocuk da anneyi gözlemler. Karşı cinse olan yakınlaşma ergenlik döneminde olmakla beraber, okul öncesi yaşlarda da çocukların karşı cinsle olan arkadaşlıklarında anne-babalarının özelliklerini (olumlu ya da olumsuz anlamda) aradıkları bilinmektedir. Anne-babanın birbirleriyle ilişkisi kadar çocuklarıyla ilişki kurma biçimleri de çocuğun karşı cinse olan yaklaşımını etkilemektedir. Örneğin babasıyla, sıcak, yakın, sevecen, yoğun bir ilişki içinde olan bir kız çocuğu karşı cinsle ilişkisinde daha güvenli olabilecek, kendini daha rahat ifade edebilecektir.

0 yorum:

Anne ve Çocuğun Arkadaşlığı

Anne, Çocuğunun “Arkadaşı” Olabilir mi? 

Birçok anne çocuğuyla arkadaş olabilme çabasındadır. Okul öncesi yıllarda oyun arkadaşlığı olarak başlayan bu ilişki ilk çocukluk yıllarında daha çok duyguların, yaşanan olayların, günlük mutluluk ve sıkıntıların paylaşılması ile iyice arkadaşlık özelliği taşımaya başlar. Çocuğun her şeyini anne ile paylaşması, anne için çocuğun korunması niteliğini de taşır. Böylece yaşadığı sıkıntılar ve üzüntülere çözümler üretmek, okul ve arkadaş problemlerine müdahale etmek, onun yalnız hissetmemesi için tüm önlemleri almak mümkün olacaktır. Ancak unutulmaması gereken şey anne ile çocuğun arkadaşça olabileceği ama gerçek anlamda arkadaş olamayacağıdır. Çünkü anne olmak zaten yeterince yüklü ve sorumluluk gerektiren bir roldür. Çocuğa “iyi anne” olabilmek zaten arkadaşça olmayı kapsar. Bir yandan da çocuğun arkadaşı olmaya çalışmak hem anne için hem de çocuk için zorlayıcı olabilmektedir.

Okul öncesi dönemden itibaren (Yaklaşık 3 yaş civarı) tüm çocuklar yaşıtlarıyla arkadaşlık etme ihtiyacındadırlar ve anneleriyle paylaşamadıkları birçok şeyi arkadaşlarıyla paylaşırlar. Anneleriyle oyun deneyiminde öğrenemedikleri birçok şeyi arkadaşlarıyla birlikteyken öğrenirler. Her çocuk için arkadaşlarıyla olan ilişkileri özeldir, gereklidir ve yerini başka hiçbir ilişki tutamaz. Genellikle annelerin çocuklarını koruma güdüsü ve onların psikolojik gelişimlerini destekleme düşüncesi onlarla yoğun bir şekilde arkadaşlık etme çabasına dönüşmektedir. Birçok çocuk için bu durum başlangıçta çok keyiflidir. Her çocuğun elbette annesiyle oyun oynama, onunla duygularını paylaşma, keyifli zaman geçirme ihtiyacı vardır. Ancak bunun ayarını iyi tutturmak önemlidir. Buradaki en önemli belirleyici çocuğun arkadaşlarıyla ilişkiye zamanının olup olmadığıdır. Eğer çocuk arkadaşlarıyla olmak yerine annesiyle birlikte olmayı tercih ediyorsa anne ile son derece arkadaşça bir ilişki içinde de olsa sosyal anlamda zorluk çekiyor demektir. Aslında her çocuğun annesiyle ilişkisinde yıllar geçtikçe farklılaşma olması beklenir. Yaşla birlikte çocuklar daha bağımsız, daha sosyal, daha dışa dönük olurlar ve bebeklik dönemdeki anneye olan bağımlılık ihtiyacı yerini bağımsızlık ihtiyacına bırakır. Bu bağımsızlaşma esas olarak 3 yaşlarında başlar ve ergenlikte en üst noktasına ulaşır. Okula başlama ile birlikte çocuğun hayatında arkadaşlık çok daha özel bir önem kazanır. Ailelerin bu yıllarda çocuklarının arkadaş edinmesi ve bu arkadaşlıkları sürdürmesi konusunda fırsat yaratmaları ve teşvik etmeleri önemlidir. Ancak birçok aile derslerine engel olacağı düşüncesi ile çocuklarının arkadaşlıklarını engellemektedirler. Bu tip ailelerde çocuğun hem yalnızlık hissi hem de anneye bağımlılık özelliği belirgin olmaktadır.

Anneyle ilişkiye alışkın ve dış dünyada fazla ilişki deneyimlememiş bir çocuk dış dünyayı daha korkutucu, daha tehditkar algılamakta ve başka çocuklarla duygusal ilişkiler kurup sürdürmekte güçlükler yaşamaktadır.

Anne-Çocuk Arkadaşlığının Boyutu

Annelerin çocuklarıyla arkadaşça bir ilişkide olmasının çocukların psikolojik gelişimleri açısından önemi muhakkaktır. Hatta arkadaşça bir tutumun nasıl olması gerektiği konusunda neredeyse hamilelik döneminden itibaren bir anne adayının kendini eğitmesi gerekmektedir. Çünkü çocuklar, hem psikolojik hem de gelişimsel özellikleriyle oldukça çok yönlü bilgiyi gerektiren özelliklerle donatılmışlardır. Yani annelik hazırlık ister. Arkadaşça tavır bebeklik döneminde onu sevgiyle, şefkatle kucaklamak, tüm ihtiyaçlarını zamanında, yeterince ve mutlulukla karşılamak ve dış dünyanın onu kucaklayan, seven güvenli bir yer olduğunu fark ettirmekten ibarettir. Becerileri geliştikçe becerilerini destekleyecek faaliyetlerde ona destek vermek, kendini geliştirmesine olanak vermek önem kazanır.

2 yaş civarı oyun malzemeleri iyice dikkat çeker ve annenin görevi ona bu malzemeleri tanıtmak, sevdirmek, bu malzemelerden keyif almasında ona yardımcı olmaktır. 3 yaşında dış dünya ile ilişki epeyce artar ve artık sosyal ortamlar ilgi çeker. Annenin görevi mümkün olduğunda başka ortamlarda bulunmasını sağlamak ve oyunlarında onun yaratıcılığını desteklemektir. Yuva dönemi boyunca çocukla oyunun yanı sıra ona empatik yaklaşmak, duygularını anlamak ve anlatmasına fırsat vermek önem taşır. Empatik tutum çocuğun bir anlamda yetişkinlik dönemi ilişkilerine de hazırlanması anlamına gelmektedir. Annenin çocuğun kendi arkadaşlarıyla yaşadığı problemlerde kendi kendine çözüm bulabilmesi için dinlemeye ve anlamaya özen göstermesi gerekmektedir. Bu gibi durumlarda asla kendi çözümünü önermemelidir. Çünkü anne ile çocuğun arkadaşça bir ilişki içinde olmasının amacı onu dış dünyaya hazırlamaktır.

Çocuğun anne ile duygularını ve düşüncelerini paylaşmasının temelleri de aslında okul öncesi dönemde atılır. Çocuklar duygularını anlayan ve her koşulda destekleyen anne-baba tavrı karşısında kendilerini rahat ifade edebilirler. Anlaşılmış olma hissi hem çocuğun kendi duygusunu anlamasına hem de anne-baba tarafından kabul görülme hissinin oluşmasına katkıda bulunacaktır. Tersi olarak duyguları bastırılan, sürekli mantıklı çözümler önerilen, duyguları için eleştirilen (örneğin; bunda üzülecek ne var? Ağlama vb gibi) çocuklar hem duygularından utanmayı öğrenirler hem de özellikle olumsuz duygular yaşadıklarında bunları anneleriyle paylaşmaktan kaçınıp daha çok içlerinde yaşarlar.

0 yorum:

Çocuğun İlk Sosyal İlişki Ortamı

Sınıf


Sınıf ortamı çocukların sosyal yaşamda karşılaştıkları ev dışında ilk gerçek sosyal ilişki ortamıdır. Sosyal kurallar ve grupla sosyal ilişki ilk kez sınıf ortamında öğrenilir. Bir grubun parçası olma, sosyal kabul görme gibi insana ait en temel ihtiyaçlar ilk kez sınıf ortamında karşılanır. Ayrıca çocukluğun psikolojik gelişim aşamalarının en önemlilerinden biri olan benmerkezcilikten sosyalleşmeye geçiş süreci de önce anaokulu sınıfında ardından da ilkokul sınıfında yaşanır. Çocuk, kendi ihtiyaçlarını geciktirmeyi, sırasını beklemeyi, başkalarının ihtiyaçları ile kendi ihtiyaçları çakıştığında başkalarına da öncelik verebilmeyi bu sayede öğrenir. Çünkü bu sınıfta kabul görmenin en önemli yoludur. Sınıf ortamı bireyler arası iletişimin de en yoğun yaşandığı ortamdır. Çocuk hem yaşıtlarıyla sosyal ilişkiler kurup geliştirmeyi öğrenir hem de öğretmenleriyle yani otoriteyle ilişkiyi öğrenir. Hangi davranışlarının kabul görüp onay ve takdir gördüğünü hangi davranışlarının yadırganıp eleştirildiğini yaşayarak öğrenir. Yeteneklerini, farklılıklarını grup sayesinde daha fazla keşfeder. Bu sayede bireyselleşirken bir yandan da kişiliğini oluşturur.

İlkokul yaşlarından itibaren grup tarafından kabul görmek çok önem kazanır. Bu nedenle genellikle çocuklar gruba uyum gösterme eğiliminde olurlar. Benmerkezcilik özelliğini sürdüren ve grup halinde iletişime hazır olmayan çocuklar hem ciddi uyum sorunları gösterebilirler hem de sınıf içinde bazı davranışsal problemleri olabilir. Çünkü sosyal uyum göstermeyen çocuğu grup da dışlama eğiliminde olacaktır ve bu da çocuğun daha fazla problem yaşamasına neden olacaktır.

Sınıfta Genel Yapılanma

Sınıfta otoriteyi temsil eden kişi öğretmendir. Sınıf kurallarını öğretmen belirler, kuralların nasıl uygulanacağına karar verir ve uygulanıp uygulanmadığını kontrol eder. Bu nedenle öğretmenin kişiliği, tutarlılığı, esnekliği, genel tavrı sınıfın yapılanması konusunda çok belirleyicidir. Görünüşte bütün sınıflarda aynı tür yapılanma varmış gibi gözükse de tek tek incelendiğinde öğretmen faktörünün yapılanmayı değiştirebileceği görülmektedir. Kurallara uyum, yapıcı bir şekilde destekleniyorsa, çocuklar sorun çözebilmeleri konusunda destek görüyorlarsa hem çocuklar arasında sorun yaşanma olasılığı artacaktır, hem de genel uyum konusunda zorluklar yaşanmayacaktır. Bir arada olmaları ve ekip halinde çalışmaları desteklenen çocuklar birlikte çözüm bulma yeteneklerini geliştirebilirler ve bu sayede sınıf içinde yaşanan yıkıcı rekabet duygusu daha olumlu şekle dönüşerek başarı odaklı bir rekabete dönüşebilir. Öğretmen tarafından desteklenen sınıf içinde övülen çocuklar her zaman diğer çocuklar tarafından daha popüler görüleceklerdir. Tam tersi olarak öğretmen tarafından sık sık olumsuz yönleri ortaya çıkarılan, vurgulanan çocuklar ise sınıf içinde daha az kabul gören çocuklar olacaklardır. Sınıftaki hiyerarşiyi belirleyen genellikle budur. Çocuklar ilkokul çağlarında genellikle kendi cinsiyetlerinde arkadaş edinme eğilimindedirler. Benzer ilgilerinin olması bu arkadaşlıkları sürdürme olasılığını da arttırmaktadır. Bazı çocuklar daha dışadönük olurlar ve ilişki kurmakta, arkadaş bulmakta zorluk yaşamazlar. Başka çocukları kendiliklerinden oyunlarının içine çekebilme yetisine sahiptirler. Bazı çocuklar ise daha içedönüktürler ve kendi başlarına bir başka çocuğa yanaşıp oyun oynamak istediklerini ifade edemeyebilirler. Ancak başka bir çocuk ilk adımı attığında ona katılabilirler. Hatta bazen kendilerine oyun ve arkadaşlık teklif edilmesine rağmen kabul etmekte ve yakınlaşmakta güçlük çekebilirler. Genellikle arkadaşlıkların başlangıcında dışadönük çocukların daha etkili oldukları bilinmektedir. Ancak bu arkadaşlığın ve başlayan ilişkinin sürdürülmesinde çocukların kişilik özelliklerinin ve sosyal gelişmişliklerinin daha belirleyici olduğu bilinir. Oyunlarda kurallara uyan, bekleme sabrı geliştirmiş, yenilmeye tepki göstermeyen, paylaşımcı, gerektiğinde lider de olabilen çocukların kurulan arkadaşlıkları sürdürme olasılıkları artmaktadır. Diğer çocuklar tarafından da daha fazla tercih edilen çocuklar olmaktadırlar. Daha uyumsuz, kavga eğilimi olan, benmerkezci eğilimini sürdüren, hep yönetmek isteyen, kuralları kendi belirlemek isteyen, yenilmeye tahammülsüz, hep talep eden rolde olan çocuklar ise daha az kabul edilen ve daha az ilişki kurulan çocuklar Sınıfta ciddi davranış ve başarı problemi yaşayan çocuklar bazen kendileriyle benzer özellikler gösteren çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olmaktadırlar. Bu daha çok kendilerini iyi hissetmek ve yalnız hissetmemek için tercih ettikleri bir şey olmaktadır. Bu sayede hem uyarı aldıkları konularda yalnız olmadıklarını hissetmekte hem de bunu başkalarına da gösterme fırsatı bulmaktadırlar.

Bazı çocuklar da henüz grupla ilişki kurmak konusunda yeterli beceriye sahip değildirler. Bir grubun parçası olmaya henüz hazır değillerdir. Bu durumda tek ilgi alma ihtiyaçlarını karşılamak için hep öğretmenin etrafında dolanırlar. Sadece öğretmenle ilişki kurma eğilimindedirler. Bu çocuklar öğretmen kendileriyle kısa süre bile ilgilenmese mutsuz ve yalnız hissedebilirler.

Öğretmenin sınıf içindeki rolü ne olmalı?

Kuralı belirleyen kişinin öğretmen olması sınıf içinde kurallar ihlal edildiğinde kontrolün de öğretmen tarafından yapılması sonucunu doğurmaktadır. Genellikle de çocuklar otorite figürü yanlarındayken istendiği gibi davranmakta yalnız kaldıklarında ise kuralı bozmaya eğilimli olmaktadırlar. Oysa otokontrol özelliği gelişmiş çocuklar hem kurala uymakla ilgili sorun yaşamazlar hem de diğer çocuklarla ilişkideyken ortaya çıkan sorunlarla bir başkasının yardımı ve müdahalesi gerekmeden baş etme gücüne sahip olabilirler. Otokontrol özelliği gelişmemiş bir sınıf ortamında çocuklar genellikle çıkan sorunlarda birbirlerini öğretmene şikayet etme eğilimindedirler. Öğretmen de böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini söyleyen kişi durumunda olmaktadır. Bu durumda çok basit problemlerde bile çocuklar ya şiddete başvurmakta ya da bu konuda yeterince güçlü hissetmiyorlarsa hemen bir yetişkinin yardımına başvurmakta ve böylece kendi kendilerine sorun çözme becerisi geliştirememektedirler. Öğretmen çıkan problemlerde kime ne yapmasını söylemek ya da kuralı hatırlatmak yerine çocuklara bu yaşadıkları sorunla ilgili olarak kendilerinin nasıl bir çözüm düşündüğünü sormayı tercih etmelidir. Sorun çözmeye alışkın olmayan çocuklar başlangıçta etkili çözümler bulamayabilirler ama fırsat verildiğinde çocuk küçük yaşlardan itibaren çocukların kendi ilişkilerinde çıkan sorunları çözmek konusunda becerilerinin olduğu Öğretmenin en önemli fonksiyonu sınıf içinde eşitliği sağlamaktır. Başta da belirtildiği gibi öğretmenin çocuklara tek tek tavrı çocukların sınıf içindeki yerinin belirlenmesinde çok önemli olmaktadır. Çocukların bireyselliklerine önem veren, her birinin farklı yetenek, ilgi ve kişilik özelliği olduğunu unutmadan her birini kendi içinde ilerletmeyi hedefleyen bir tavır içinde olan bir öğretmen tüm çocukların eğitimden ve öğretimden eşit oranda faydalanmasını sağlayacaktır. Ayrıca her soruna müdahale etmek yerine çocuklara kendi sorunlarını çözmek konusunda destek vermek yönündeki bir tavır öğretmenin enerjisini gereksiz yere harcamasına da engel olacaktır.

Çocuklar sınıfta yalnız hissettiklerinde...

Sosyal kabul görmenin önemi düşünülürse çocukların sınıfta tercih edilmeyen, istenmeyen çocuk konumuna düşmeleri ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olabilir. Bazen başarısızlık, bazen yetersizlik hissi çocuğun dışlanmasıyla üst üste gelebilir. Bu da çocuğun içine kapanmasına neden olabilir. Bu durumda önce çocuğun sorununun ne olduğunu belirlemek önemlidir. Aile ile de ilişki kurulup benzer davranışların ve sorunların okul dışı ortamlarda da yaşanıp yaşanmadığını araştırmak önemlidir. Çünkü çocuklar bazen farklı ortamlarda farklı davranabilirler. Bunu belirlemek sorunun ortama bağlı olup olmadığını saptamak açısından önemlidir. Kabul görmeyen ve bu nedenle sorun yaşayan bir çocuğu yeniden popülarize etmek, onun değişik yönlerini ortaya çıkarmak, sınıfta yeni başarabileceği sorumluluklar vermek, onu arkadaşlarının yanında başardığı konularla ve olumlu özellikleriyle ilgili övmek, onun da dahil olacağı bir çalışma ekibi belirlemek, ders dışında da bir arada çalışmaları konusunda ödev vermek etkili olabilmektedir. Ancak çocuğun okul başarısızlığı çok belirgin ise, başka ruhsal ve davranışsal sorunlara ait belirtiler gösteriyorsa, başlangıçta aile ile iletişim kurmak ve profesyonel bir destek konusunda yönlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

0 yorum:

Ergenlikte Özgüven

Özgüvenin Gelişimi

Çocuklarda özgüvenin oluşumu bebeklik döneminden itibaren başlar. Bebeklik çağından itibaren öncelikle sevgi, şefkat ve ilgi gören, ihtiyaçları yeterince karşılanan, koşulsuz sevildiklerini ve koşulsuz kabul ve destek gördüklerini hisseden çocuklar kendilerine güvenirler ve yaşamda karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden gelmek konusunda daha etkili olabilirler. Çocuklar gelişen her yeni becerilerini kullanmak isterler. Denedikleri ve başardıkları her becerinin ardından kendilerine güven duyarlar ve denemeleri konusunda çevrelerinden gördükleri destek onları yeniden denemek konusunda motive eder. Öğrenme isteğinin temelinde de bu yatar. Çocuğun öğrenmeye istek duyabilmesi için öncelikle gelişen becerilerini kullanma alanı bulması gereklidir. Anne-babalar çocuklarına yemek yemeleri, giyinmeleri gibi konularda fazla yardımda bulunduklarında onlara “yardımsız bir şey yapamazsın” mesajı verirler ve bu tavır da genellikle çocukların özgüvenlerini etkiler. Her konuda destek almaya, yardım görmeye alışmış, daima ne yapması gerektiği söylenmiş ve kendi kendine yeterince iyi yapamayacağı vurgulanmış bir çocuğun ve gencin öğrenme ve deneme isteği de kırılacaktır. Sürekli denetlenen ve yaptığı hatalar gösterilen çocuklar mükemmeliyetçi olmaya başlarlar ve kendilerini yetişkinlerle karşılaştırarak sürekli yetersizlik duygusu hissederler. Bu da hata yapmak korkusuyla yeni bir şey denemekten çekinmeye dönüşebilir. Böyle bir durumda çocukları ve gençleri zorlamak yerine yata yapmanın doğal olduğunu, ancak denemek yoluyla daha iyiyi başarabileceklerini vurgulamak gerekmektedir. Öğrenme isteğinin artması çocuğun başarabildiğini görmesiyle mümkün olabilir. Bu nedenle çocuğun öğrenebilme ve yapabilme potansiyeli göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuklar genellikle yapamama ve başarısız olma kaygısıyla birçok şeyi denemekten kaçınırlar. “Bunda yapamayacak ne var?” demek yerine “istersen bir deneyelim, ne kadarını yapabildiğini görelim!” demek daha etkili olacaktır. Öğrenme deneyimlerinde çocuklara yetersiz oldukları, beceremedikleri yönleri ve hataları yerine yapabildiklerini göstermek daha motive edici olacaktır.

Anne-Baba Tavrının Önemi

Çocuklar büyüdükçe becerilerinin gelişimiyle ve sosyalleşmeleriyle birlikte kendilerinin ve birey olduklarının da farkına varmaya başlarlar. Yetenekleri konusunda desteklenen bireyselliği önemsenen, bağımsızlaşmasına fırsat verilen, önemli ve değerli olduğu hissettirilen her çocuk özgüven geliştirebilir. Bazen anne-babaların sevgi, ilgi ve kontrol kaygısı çocuğun kendini ortaya koyamamasına, yeteneklerini geliştirmeye fırsat bulamamasına, kendini ifade edememesine ve yetersiz hissetmesine neden olabilmekte ve özgüven gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir. Tam tersi olarak ihmal edilen, hor görülen, aşağılanan, utandırılan, eleştirilen ve kendisinden yapabileceğinin çok üzerinde performans ve başarı beklenen çocukların da özgüveninin gelişemediği ve hep bir yetişkinin onayına, desteğine ve kontrolüne bağımlı kaldığı bilinmektedir. Kendini ortaya koyma, becerilerini geliştirme konusunda girişken olma, karar alabilme, aldığı kararları uygulama cesaretini kazanma gibi konular ancak özgüvenin varlığıyla gerçekleşebilir. Ve hem akademik yaşantının hem de sağlıklı ve uzun süreli sosyal, duygusal ilişkiler kurabilmenin ön koşuludur. Bu nedenle çocuğun özgüveninin oluşması büyük ölçüde anne-baba tavrı ile ilgilidir.

Ergenlik Döneminin Temel Özellikleri ve Özgüven Sorunu

Ergenlik insanda bedence, boyca büyümenin, hormonal, cinsel, sosyal, duygusal, kişisel ve zihinsel değişme ve gelişmelerin olduğu buluğ ile başlayan ve bedence büyümenin sona ermesi ile sonlandığı düşünülen özel bir evredir. Bu dönem bir nevi yetişkinlik provasıdır. Bu nedenle de özellikle sosyal ilişkiler çok önem kazanır. Ancak bu dönemin en önemli karakteristiklerinden biri de çabuk kurulan ama bir yandan da çabuk bozulan ilişkilerdir. Çevreden kolay etkilenme, toplumda sivrilme isteği, rol sahibi olma ve saygınlık kazanma çabası çok belirgindir. Arkadaşlık, arkadaşların ergenin kendisi hakkındaki düşünceleri çok önemlidir. Ait olmanın önemi çok artmıştır. Bu nedenle dahil olduğu gruplara ait olan yazısız kurallara uyulur. Ergenlik döneminde benlik duygusunun kazanılma çabası çok belirgindir. Bu dönemde ergen toplumdaki rolünün, statüsünün ne olduğuyla ve ne olacağıyla yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlar. Başkalarından aldığı geri bildirimle benlik yapılanmasını etkiler. Bu benlik yapılanması sırasında toplum içinde kendisine model olabilecek kişilerle özdeşleşir. Hem kendi görüşlerine beğenilerine uygun kişileri model alır hem de akran gruplarıyla etkileşim içine girmeye başlar. Bu özdeşleşme ihtiyacı genci aile dışında yeni arayışlara sürükler. Arkadaşların ve toplumun söyledikleri çeliştiğinde çatışma yaşanır. Birey olarak görülme ihtiyacı ve özgürlüğünü hissetme ihtiyacı belirginleşir. Ergenin bu dönemde çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurması benlik gelişiminde oldukça belirleyicidir. Özellikle de akranları tarafından kabul görmek, onaylanmak önemli bir ihtiyaç olur. Bu dönemde bazı sosyal uyumsuzluklara hatta bazı davranış bozukluklarına da rastlanabilir. Anlaşılmak ve çevresi ile iyi bir iletişim içinde olmak bu dönemdeki sorunların en aza inmesini sağlamaktadır. Ancak bunun tersi olarak gencin içinde yaşadığı toplumun, okulun, ailenin empatiden uzak, baskıcı yaklaşımı gencin hem psikolojik hem de davranışsal sorunlarının zeminini oluşturur. Anlaşılmamış ve yalnız hissetmek güven kaybını, içe kapanmayı ve bir çok depresif özelliği beraberinde getirir. Bazen bu süreç genci intihara kadar sürükleyebilir. Bu yalnızlık ve çökkünlük hissi bir çok uç gruplara dahil olma isteğini, suça eğilimi de beraberinde getirebilir. Ergenlikte duygular da farklı ve değişkendir. Kaygı artar, duyguların tümünde yoğunlaşmalar, duygu istikrarsızlıkları, çabuk demoralize olma, karamsarlık, zor memnuniyet, sıkıntı bu dönemdeki duyguların karakteristikleridir. Ayrıca aşırı hayal kurma isteği, yalnız olma isteği, zaman zaman sosyal ilişkilerden çekinme, (çekingenlik şeklinde de ortaya çıkabilir) koşulsuz kabul ihtiyacı, tedirginlik, huzursuzluk, dalgınlık, çabuk heyecanlanma bu tabloya eşlik eden durumlardır. Bu dönemin doğal yapısı gereği, aileye bağımlılık azalır. Dolayısıyla sınırdan hoşlanmama, eleştiriyi kabul etmeme, kurallardan şikayetçi olma, boş vermişlik ve anne-babanın beğenileriyle alay etme görülebilir. Aileyle sık sık fikir bazında çatışmalar olabilir. Otoriteye direnme ve toplumsal zıtlaşma eğilimleri nedeniyle okulda, evde ve başka sosyal çevrelerde sorunlar yaşanabilir.

Ergen Anne-Babası Olmak

Ergenlik döneminde çocukları olan anne-babaların öncelikle bu dönem boyunca sabırlı olmaları, değişime açık ve istekli olmaları önemlidir. Çünkü bu dönem belki de bugüne dek uyguladıkları disiplinin eksik yönlerini, hatalarını fark edecekleri ve telafi etmek için belki de son şanslarının olduğu bir dönemdir. Öncesinde yapılan hatalarla bu dönemde bazen oldukça sert bir şekilde yüzleşilebilir. İletişimdeki sorunları fark etmek ve uygun çözüm yolları aramak, gerekirse bir profesyonel yardım aramak bu dönemde çok önemlidir. Gencin bu dönemdeki tepkileri tamamen kendi içinde bulunduğu değişim süreciyle ilgili olabilir. Bu tepkilerin tümünü kişiselleştirmemek önemlidir. Bu sorunların geçici olabileceğini düşünüp kararlı ve dengeli davranabilmek gerekmektedir. Zaman zaman çatışmalar yaşanmasından korkmamak gerekir. Çünkü çatışma da bir iletişimdir. Önemli olan çatışmaları uygun ve karşılıklı çıkarları koruyacak şekilde çözümleyebilmektir. Gençlerin duygularını rahatça ifade edebilmelerini desteklemek, buna fırsat vermek çok önemlidir. Onları dinlerken, yargılamamak, fazla öğüt verici olmamak, bireysel özelliklerinden ötürü eleştirmemek, suçlayıcı olmamak önemlidir. Genç sorunlar yaşanabileceğini ama bu sorunların, gerek çatışma ile gerek daha sakin bir şekilde anne-babasıyla çözülebileceği inancını geliştirebilmelidir. Yani birlikte sorun çözmeyi öğrenmelidir. Disiplin bu yaşlarda da çok önemlidir. Çünkü bir arada huzurlu yaşamanın şartı disiplindir. Gençlerin bireyselliklerine özen gösterirken, onların seçme özgürlüklerine saygı gösterirken, bir yandan da yönetimin anne-babada olduğunun bilinmesi önemlidir. Her iki tavrın dengesi gencin özgüvenini belirleyecektir. Bu sonsuz özgürlük isteğinin arkasında bir yandan da bir kontrol edilme arzusu vardır. Çok büyük değişiklikler yaşandığı için aslında genç kendini tam olarak kontrol edemediğinin farkındadır ve bu da güven sorunu yaşamasına neden olur. Bu aşamada anne-babanın sınırsız özgürlük yerine, onun arkasında, belli bir mesafede; koruyucu, kural koyucu olarak durması aslında bir yandan da gence güven verir.

Bireyselliğin desteklenmesi de elbette çok önemlidir. Sorumluluk vermek, desteklemek önemli kavramlardır. Onun yerine düşünmemek, onun yerine sorumluluk almamak bireyselliğin desteklenmesinde çok önemlidir. Gencin dengesizlikleri ve duygusal gel-gitleri sırasında ona iyi model olmak çok etkilidir. Sizin de ona ondan beklediğiniz gibi saygılı olmanız, tutarlı olmanız, açık ve kabul edici olmanız, bunları ondan sözel olarak istemenizden daha etkili olacaktır. Koşulsuz sevgi ve koşulsuz kabul bu dönemde belki de en önemli destektir. Genç birçok konuda dengesizliğinin farkındadır ve buna rağmen anne-babanın sevgisini ve ilgisini hissedebilmek onu rahatlatır ve başka arayışlara sürüklenmesine engel olur. Ortaya çıkan sorunları konuşmaya zaman ayırmaya özen gösterilmelidir. Çünkü ertelenen problemler iyice çözümsüz bir hal alabilir ve ne olduğunu anlamadan çocuğunuzu ve kendinizi kocaman ve çözülemez bir sorunun içinde bulabilirsiniz. Onun için koyduğunuz kuralları mümkün olduğunca birlikte belirlemeniz gerekmektedir. Çünkü kendisinin kabul ettiği kurallara uyma olasılığı da artacaktır. Bu ihtiyaçların gencin ihtiyacına göre güncellenmesi de önemlidir. Buradaki yaptırımların ve kısıtlamaların adil olması, tek tarafın çıkar ve isteğine göre belirlenmemiş olması önemlidir. Bu dönemdeki en büyük problemler dengesiz, huzursuz aile ortamlarından kaynaklanmaktadır. Aile içinde sorunlar yaşandığında genç ihtiyaç duyduğu tutarlılık ve güven ortamını bulamamakta ve kendi dengesizliği içinde kaybolmaktadır. Böyle bir aile ortamı gencin de dengesizliğinin, kararsızlığının, güvensizliğinin artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle anne-babaların bu dönemde çocukları için huzurlu ve dengeli bir aile ortamı yaratmaya çaba göstermeleri gerekmektedir.

Uzman Yardımı

Kişiliklerinin gelişim sürecinde olan ergenler, dışarıdan gelen yorumlara karşı çok hassastırlar. Ayna karşısında, başkalarından gelecek yorumları düşünerek saatlerini geçirebilirler. Eleştirilmek, yanlış ya da gülünç bulunmak konusunda çok kırılgandırlar. Bu yüzden kendilerine dışarıdan bakma ve beğenmeme eğiliminde olabilirler. Çocuklukta bazı temel sosyal becerileri edinememiş ergenler için bu durum çok zorlayıcı olabilir. Gülünç bulunmamak, reddedilmemek için topluluk içinde konuşmaktan, başkalarının dikkatini çekecek şeyler yapmaktan kaçınırlar. Bu durum onları iyice pasifize ederek, sosyalleşmelerine ve bu tip beceriler kazanmalarına sekte vurur. Arkadaş edinmekte, yeni insanlarla tanışmakta zorlanırlar. Eğer ergen bu konularda zorluk yaşıyorsa ve bu zorluk nedeni ile özdeğerini küçümseyip, akademik ve sosyal alanlarda başarısız hissediyorsa, bir uzmana yönlendirmek faydalı olacaktır. Çünkü ergenlik döneminde gözden kaçan bu tip problemler, yetişkinlikte daha ciddi boyutlu psikolojik problemlere yol açabilir.

Ergenlik dönemindeki her genç zaman zaman özgüven sorunları yaşayabilir. Bu dönemin temel özelliklerinden olan, yetersizlik hissi, duygusal git-geller, depresif özellikler, kendinden memnuniyetsizlik gibi bir çok özellik gençlerin zaman zaman zorlanmasına, uyumlarının bozulmasına, kendilerine ve topluma yabancılaşmalarına, intihar düşüncelerinin gelişmesine, kendisine zarar verici davranışların ortaya çıkmasına, benlik algılarının zarar görmesine neden olabilir. Bu sıkıntıları yaşayan genç kuralları tümden reddetme eğiliminde olabilir; madde/alkol kullanımına yönelebilir; sosyal yaşamı tüm bu değişimlerden ciddi şekilde etkilenebilir. Tüm bu özellikler gencin ve ailenin profesyonel bir yardım almasını gerektirecek niteliktedirler. Ergenlik döneminin en önemli riskinin depresyon ve buna bağlı intihar riski olduğu unutulmamalıdır. Özgüven kaybı ve buna bağlı diğer sorunların varlığı her zaman dikkatli bir takibi gerektirir.

0 yorum:

Üvey Annelik/Babalık

Anne-babası ayrılan ve boşanan her çocuk, annesinin ve babasının bir başkası ile evlenmesi endişesi taşır. Aynı şekilde bir ebeveynini kaybeden çocuklar da bu endişeyi taşırlar. Doğal olarak her çocuk annesi ve babası hayatta ise, onları bir araya getirme çabasındadır ve gerçek olmayacağını bilse bile bunun fantezisi ile yaşar. Çocuklar için annenin veya babanın yeni duygusal ilişkilerini kabullenmek bu nedenle de çok zordur. Bazen “evlenmemeleri kaydı ile” bu ilişkiyi kabul ettiklerini dile getirirler. Çünkü evlenmeleri demek anne-babalarının bir araya gelmelerinin daha da zorlaşması demektir. Bazen başkaları ile evlenmelerine hatta başka çocukları olmasına rağmen, anne ve babalarının yeniden bir araya gelmesi beklentisi içinde olabilirler. Bu nedenle üvey anne ve üvey baba ile kurulan ilişkinin şeklinde bu beklenti çok belirleyici olmaktadır. Çocuklar hem annelerini hem de babalarını görmek, her ikisinin de mutlu ve huzurlu olduğunu bilmek isterler. Ancak boşanma durumunda bu denge genellikle bozulur. Çocuk bir ebeveyninin yanında kalır ve diğerini daha sınırlı zamanlar içinde görür. Bu da çocuğun giden ebeveyn tarafından terk edilmiş gibi hissetmesine, yanında kalan ebeveyni de kaybetme korkuları yaşamasına neden olabilir. Böyle bir durumda gidenin yerine gelen üvey anne ya da baba, çocuğun tüm endişelerinin, ebeveynini kaybetme korkularının ve her iki ebeveyne olan kızgınlıkların hedefi olabilir. Çocuğun anne ve babasının birbirlerini suçlayıcı tavırları ve çocuğu bir taraf tutmaya yönlendiren tutumları da çocukların endişelerinin artmasına neden olur. Çocuk onların ayrılıklarının yarattığı üzüntü ve yoksunluk duygusu ile baş etmeye çalışırken bir yandan da iki taraf arasındaki kaotik ilişki içinde hırpalanır. Bunun sonucunda annenin ya da babanın yerine geçen “yeni ebeveyn” ile sağlıklı bir ilişki içinde olması zorlaşır. İster istemez annesinden veya babasından –veya bazen her ikisinden de- duyduğu karşı tarafı yargılayıcı ve suçlayıcı sözler çocuğun her iki tarafı da savunma çabası içine girmesine neden olabilir. Bu da kendi duyguları ile anne-babasının duygularının çok iç içe geçmesine ve gerçek duygularını fark edemeyerek birçok iç çatışma yaşamasına neden olabilir. Böyle bir durumda da üvey anne veya babayı suçlayarak, sorunun nedeni olarak onları görme eğiliminde olabilir. Bu bakış ise onlarla da kızgın bir ilişki içinde olması sonucunu doğuracaktır.

Anne ve babanın boşanma sonrasında birbirleriyle iyi bir ilişki içinde olması durumunda ise çocuklar üvey anne ve babayı daha kolay kabullenebilmekte ve bu durumu daha az travmatik olarak yaşamaktadırlar. Ancak anne ve baba birbirleriyle olan sorunları çocuğa aktarmadan halledip bu şekilde ikinci bir evlilik yapabilmişlerse çocuklar bu süreci çok daha az hasarla atlatabilmektedirler. Çünkü her çocuk annesini ve babasını huzurlu görmek ister. Huzurlu ve durumundan memnun bir ebeveyn ayrılık durumunda çocuğa güven verir. Bu nedenle de bu duygu ile ikinci bir evlilik yapan ebeveynin yeni eşi de çocuk tarafından daha kolay kabullenilir.

Üvey anne/üvey baba olmak oldukça zor bir roldür. Hem toplumsal olarak herkesin gözünün
üzerinde olduğunu bilmek, hem birden bire sahip olunmuş annelik/babalık rolü, başlangıçta
korkutucu ve zorlayıcı olabilir. Doğal anne/babalık, hamilelik sürecinden itibaren bir hazırlık
aşamasından sonra kazanılan bir roldür. Bebeğin büyütülmesi sırasında da ilişki her geçen gün gelişir. Çocuk anne ve babaya; anne ve baba da çocuğa doğal seyrinde alışır. Ancak üvey anne-baba olunduğunda hem ilk evliliğin getirdiği psikolojik yük hem de birden bire bire çocuğun annesi ve babası olmaya çalışmanın getirdiği psikolojik yük üst üste gelir. Öz anne-baba ile rekabet etme zorunluluğuna, boşanma nedeniyle örselenmiş bir çocuğa annelik/babalık etme zorunluluğu eklenir. Diğer yandan bir çocuk o ilişki içinde eşin eski eşiyle ilişkisinin devamının da bir temsilidir. Çocuk nedeniyle eski eş ile temasta olunması gerçeği de kızgınlık yaratabilir. Bu kızgınlık bazen ister istemez çocuk ile olan ilişkiye de yansıyabilir.

Bazen de birdenbire bir çocuğa anne ya da baba olmak çok keyif veren bir gelişme olarak algılanmaktadır. Özellikle çocuk, bebek yaşta ise onunla ilişki kurmak daha kolay olmakta bu da o ilişkiden keyif alma ve anne/baba gibi hissetme olasılığını artırmaktadır. Özellikle, giden ebeveyn çocuğu ile yeterince iyi ve yakın bir ilişki içinde değilse üvey anne/baba bu boşluğu doldurmaya aday biri olarak görülebilir ve çocuk iyi bir ilişki içinde olduğunu fark ettikçe yeni gelen kişiye daha fazla bağlanabilir. Sonuçta bu ilişki şekli hem çocuğun ihtiyacını karşıladığı hem de üvey anne/babayı iyi hissettirdiğinden iki taraf için de tatmin edici olmaktadır.

Anne veya babanın kaybının ardından ebeveynin evlenmesi çocuklar için çok daha travmatik olabilmektedir. Özellikle çocuk, kaybın yasını tam olarak yaşayamamışsa ve bu yas sürecini tamamlayamamışsa yaşam boyu sürebilecek sıkıntılara neden olabilir. Böyle bir durumda üvey anne/babayı kabullenmek ve içselleştirmek çok daha zor olmakta; çocuğun psikolojik gelişimiyle ilgili problemler oluşabilmektedir. Böyle bir durumda çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durum değerlendirilmeden ikinci bir evliliğe karar vermemek ve çocuğun buna hazır hale gelmesini beklemek en uygun yaklaşım olacaktır. Aksi halde hem üvey anne-baba için çok zorlayıcı bir süreç olabilir hem de çocuğun annesine/babasına ve üvey annesine/babasına kızgınlığı kendi baş edebileceği düzeyin çok üzerinde seyredebilir.

Çocuğu Hazırlamak

Annenin veya babanın bir başkasıyla evleneceği fikrine alıştırılması son derece önemlidir. Çocuklar her tür değişikliğe uyumda belli bir süreye ihtiyaç duyarlar. Burada çocuğun yaşı, cinsiyeti, psikolojik yapısı ve birlikte kaldığı ya da giden ebeveynin özellikleri elbette çok belirleyicidir. Ama her durumda çocuğun adım adım bu değişikliğe hazırlanması gereklidir. Öncelikle evlenme konusuna gelinmeden bu kişi ile tanıştırılması, onunla ilişki kurmasına fırsat yaratılması ve evlilik konusunun da zamana yayılması gerekmektedir. Bu değişikliğin onun hem annesini hem babasını görmesine bir engel oluşturmadığının ve onun annesi/babası olma gerçeğini değiştirmeyeceği konusunun altının çizilmesi son derece önemlidir.

Çocuk, kendisi istemediği ve tercih etmediği sürece üvey anne ve babaya “anne” ya da “baba” demeye zorlanmamalıdır. Çünkü onun öz annesi ve babası vardır ve her durumda olmaya devam edecektir. (ölmüş olsa bile) Çocuklar hayatlarında olan değişiklikler sonrasında neyle karşılaşacaklarını bilmek isterler. Bu nedenle başka biri ile evlenmeniz durumunda onun nasıl bir hayatı olacağını, annesini/babasını ne zaman, nasıl ve ne sıklıkta görebileceğini, bu kişi ile ilişkisinde nasıl bir tutum içinde olmasını beklediğinizi net bir biçimde ifade etmelisiniz. Ayrıca onu hiçbir şeye zorlamamalı, bu duruma hemen uyum sağlamasını beklememeli, böyle bir durumda en mağdur olan kişinin çocuğunuz olduğunu unutmamalısınız. Üvey anne/baba olarak sizin samimiyetinize inanmak için zamana ihtiyacı olduğunu hatırlamalı, bu durumun çocuk için kabullenilmesi ve yaşanması çok zor bir durum olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız.

Onunla kurduğunuz, içten, sıcak ve gerçek sevgiye dayalı ilişki hemen olmasa da bir süre sonra çocuk tarafından fark edilecektir. Bu seviyeye gelene kadar tavrınızı değiştirmemeli, sizin tutumunuzun gerçekliğini test etmeye devam edeceği gerçeğini aklınızdan çıkarmayarak, aynı tavrınızı sürdürmelisiniz. Sizin tavrınızdaki tutarsızlıklar çocukların sizi kabullenmesini zorlaştıracaktır. Bu nedenle çocuğun size olan kızgın, agresif ve zaman zaman pasif agresif tutumlarına kızgınlıkla karşılık vermek yerine tüm bunların çocuğun korkuları ve kaygılarıyla ilgili olduğunu düşünerek anlayışlı davranmaya devam etmelisiniz. Üvey anne/babaların en sık yaptıkları hata çocuğun gerçek anne/babasıymış gibi davranma çabası, dolayısıyla çocuğun da onlara gerçek anne/babasıymış gibi davranması beklentisi olmaktadır. Ancak bu tamamen yanlış bir tutum ve yanlış bir beklentidir. Ne kadar iyi ilişki içinde olursanız olun ve çocuk öz annesiyle/babasıyla ne kadar kötü bir ilişki içinde olursa olsun, siz onların yerini tam olarak dolduramazsınız. Hatta bazen onlardan daha “iyi” olmanız da çocuğu kızdırabilir. Çocuğun kendi öz anne/babasının yetersiz olduğunu fark ettiren rolde olmanız, çocuğun kendi öz anne/babasına olan kızgınlığı size yansıtmasına neden olabilir. Sadece iyi ilişki içinde olmaya çalışmak yeterli olacaktır. Asılların yerini almaya çalışmak yerine onları yedeklemeye çalışmak, bu yolla çocuğun zorlanmasını en aza indirmek hedef olmalıdır.

Özetle üvey anne/babalık rolü son derece zor ama bir o kadar da önemli bir roldür. Çünkü üvey anne/babanın çocukla kuracağı ilişkinin kalitesi, çocuğun kişilik gelişimi açısından bazen kendi öz anne/babası ile kuracağı ilişkiden bile daha önemli olmaktadır. Kendi öz anne/babası ile olan ilişkideki zorlanmaların yarattığı boşluğu, üvey anne/babanın telafi edebilmesi, bu yolla çocuğun daha sağlıklı bir özdeşim modeline sahip olabilmesi mümkün olabilmektedir.

0 yorum:

Ebeveynlerin Sıklıkla Yaptığı 10 Hata

Ebeveynlerin sıklıkla yaptığı hatalar nelerdir?

Aslında ne yapılmalı?

1. Çocuğum Hiç Üzülmesin…

Ebeveynlerin çoğu çocuklarının üzülmesinden,  ağlamasından ve hüzünlenmesinden rahatsızlık duyarlar. Bu nedenle de çocuklarını daha fazla üzmemek adına üzüntü yaratacak durumları yaşatmamaya gayret gösterirler. Üzüleceği bir şey olduysa  bu üzüntüyü giderebilmek ve çocuğu mutlu etmek adına onun çok seveceği şeyler yapıp çok memnun olacağı şeyler almaya çalışırlar. Böylece çocuk hep mutlu olacak, üzüntü gibi rahatsızlık veren bir duyguyu hiç yaşamayacaktır. Peki aslında bu tavır çocukta nasıl bir etki yapar? Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi yaşamda karşılaştıkları sorunlarla baş etmeyi ancak deneyimle öğrenebilirler. Örneğin hiç engellenmeyen bir çocuk, sosyal bir ortama girdiğinde ve kendi istediği olmadığında çok büyük bir sıkıntı yaşar; kendi istediğinin olması için büyük bir çaba içine girer; agresifleşebilir, huzursuzlaşabilir, uyumsuzlaşabilir ya da kendi içine dönebilir. Oysa evde annne babadan her zaman her istediğinin olamayacağını öğrenen ve ihtiyaçlarını erteleme deneyimi yaşayan bir çocuk sosyal bir ortama girdiğinde engellenmekten hoşlanmasa da bu duygusuyla baş edebilecek deneyimlere sahip olur. Böylece yaşıtlarıyla ilişkisinde çok daha mutlu, huzurlu ve uyumlu olur. Çocuklar sanıldığının aksine olumsuz duygularla daha kolay baş edebilirler. Bu nedenle aile içinde yaşanan üzüntü verici durumların çocuklarla paylaşılması gerekir. Böylece çocuklar üzüntü yaratan durumları değerlendirme ve sonrasında ortaya çıkan karmaşık duygularla baş etme deneyimi yaşarlar.

2. Çocuk Babadan Korkmalı (mı?)

Bir çok ailede anne çocuğuyla çok yakın ilişkide olduğu için disiplini sağlamakta ve çocuğa söz geçirebilmekte zorlanır. Bu nedenle de disiplin işi çocukla çok daha az ve kısıtlı zamanlarda ilişkide olan babaya devredilir. Anne baş edemediği noktada çocuğu babaya havale eder. Bunun çocuk için de daha sağlıklı olduğu düşünülür. Çünkü aksi halde, babanın çocukla yakın bir ilişkisi olması durumunda disiplinin elden gideceği ve çocuğun kontrolünün hiçbir şekilde mümkün olmayacağına inanılır. Oysa babanın da annenin de disiplin konusunda eşit söz sahibi olduğu ailelerde çocuklar çok daha sağlıklı büyüyorlar ve aile içi iletişim sorunları en aza iniyor. Çocuğun babadan korkması baba ile ilişkisinde rahat olamamasına yol açıyor. Diğer yandan anneye de her konuda nazının geçtiğini düşünmesi yine anne ile ilişkisinde güven duymamasına ve yeterli özgüveni geliştirememesine neden oluyor.

3. Çocukla Birlikte Uyumak

Özellikle çalışan anneler çocuklarıyla az zaman geçirdikleri ve çocuğa daha uzun süreli şefkat hissi verebilmek adına çocukla birlikte uyumayı tercih edebiliyorlar. Üstelik çocuk da anne de bu durumdan memnun oluyor. Böylece başka bir uyku seçeneğine gerek duyulmuyor. Oysa anne baba ile uyumak çocuk için bir çok sakınca içeriyor. Öncelikle kendi başlarına kendi yataklarında uyuyamayan çocuklarda özgüven sorunlarına daha sık rastlanıyor. Yaşa bağlı gelişimsel korkularla baş etme becerisi kazanamıyorlar ve bu korkular daha uzun süre devam ediyor. Uzun süren korkular ise başka ciddi kaygı sorunlarına yol açabiliyor. Oysa bir çocuğun kendi odasında, kendi yatağında güvenle uykuya dalmasının ve huzurla sabaha dek uyuyabilmesinin ruhsal sağlığın en önemli göstergelerinden biri olduğu unutulmamalıdır.

4. Sen Her Şeyi Başarırsın!

Çocukların becerilerinin gelişmesi ve başarıya yönlendirmek adına yüksek beklentiler oluşturmak zannedildiğinin aksine çocuklarda yetersizlik duygularına yol açabiliyor. Çocuklar doğaları gereği becerilerini geliştirirken zamana ihtiyaç duyarlar ve yeterince iyi yapamadıkları evrelerde kendi yetersizliklerini hızlıca hissederler. Bu aşamada çocukları teşvik etmek adına fazla zorlamak ve “sen her şeyi başarırsın” dayatması aslında çocukların yaptıkları her hatada telaşlanmalarına ve sonrasında da hata yapmaktan korkmalarına sebep olabilir. Sonrasında ise yeni bir şey denemekten kaçınma, yeni ortamlara girmekten endişe duyma gibi daha ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu nedenle çocukları överken onlara farkında olmadan fazladan yük yüklüyor olabileceğimizi ve yetersizlik duyguları yaratıyor olabileceğimizi unutmamalıyız.

5. Dünya Çok Tehlikeli

Çocukların tehlikelerden korunması özellikle günümüzde gerçekten anne babaların çok hassas oldukları bir husus. Ancak çocukları tehlikelerden korumak adına dış dünyayı ve yabancıları çok tehlikeli göstermek, anne-babanın yanından asla ayrılmaması  gerektiği konusunda fazla vurgu yapmak, insanların güvenilmeyecek varlıklar olduğunun altını çizmek çocuklarda ciddi kaygı sorunlarına sebep olabiliyor. Özellikle okul öncesi dönemde anneden ayrılma güçlükleri, dolayısıyla okula uyumda zorlanma ve her tür yenilik karşısında aşırı kaygı tepkisi verme gibi sonuçlara yol açabiliyor. Bu nedenle çocuklara dış dünyanın tehlikelerini anlatırken, insanlarla nasıl güvenli ilişki kurması gerektiğine dair de bilgi verilmesi ve hep anne babaya yapışık yaşamak yerine, tek başına kaldığında kendini nasıl koruyabileceği ve güvenebileceği kişileri nasıl ayırd edebileceği konusunda eğitim verilmesi daha yararlı olacaktır.

6. Senden Güzeli, Senden İyisi Yok! 

Bebeklik döneminde bebeğin biriciklik hissini yaşaması temel güven duygusunun gelişiminde çok önemlidir. Ancak çocuk büyümeye ve gelişmeye başladıkça dünyada tek olmadığının kendisi gibi başka çocuklar da olduğunun, bu çocukların da kendisi gibi sevilen, özel çocuklar olduğunun ayırdına varmaya başlar. İşte bu aşamada anne babanın çocuğu tüm diğer çocuklardan üstün görerek, ona da bu duyguyu aşılaması, “sen prenssin/prensessin” tavrı çocukların, her girdikleri ortamda bu “özel” olma hissini aramalarına sebep oluyor. Böyle çocuklar rekabet ve kısançlık gibi duygularla baş etmeyi öğrenemiyorlar. Oysa bu duyguların öğrenilmesi yaşam boyu psikolojik sağlık için önemli. Her zaman birinci ve önce olmak, hep ayrıcalıklı olma arzusu sosyal ilişkiler içinde ciddi zorluklara sebep olabiliyor. Bu nedenle çocuğunuzu severken elbette sizin için biricik ve değerli olduğunu hissettirmeniz ama ona gereğinden fazla “üstünlük” duygusu da yüklememeniz gerekiyor.

7. Abi/Abla Oldun Sen!

Bir kardeşin doğumu birçok çocuk için yaşamın en önemli travmalarından biri olabilir. Özellikle de bu dönemde anne baba uygun tutumlar içinde değilse.. Büyük çocuğu onurlandırmak adına kardeşin doğumuyla birlikte onun abi/abla olduğunun altını çizmek ve ona birden bire evin büyük çocuğu muamelesi yapmak çocuklar için çok zorlayıcı olabiliyor. Bu yaklaşım kardeşlerine olan karmaşık duyguların daha da sertleşmesine ve anne babaya olan kızgınlığın artmasına sebep oluyor. Bunun yerine çocuğa zaman verip onun da bu yeni duruma uyum sağlaması için tüm olumlu/olumsuz duyguları ifade etmesi için yüreklendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü çocuklar bu dönemde özellikle anne babanın gözünde değer kaybetme korkusu yaşadıkları için bu süreçte anne babanın sevgisini ilgisini test etme ihtiyacında olurlar ve sıklıkla anne babanın kendisini mi kardeşini mi kayırdığını takip ederler. Sen abi/abla oldun yaklaşımı büyük çocuğu onore etmekten çok, küçük çocuğu korumaya yönelik bir yaklaşımdır. Bu da çocuğun var olan olumsuz duygularının şiddetlenmesinden başka işe yaramaz.

8. Annen Olmam Ama!

Çocuklar anne babanın istediğini yapmadığında ya da tam tersi olarak istemediklerini yapınca sıklıkla şöyle bir tavır sergilenir: “böyle yaparsan  gideceğim bu evden” veya “beni hasta ediyorsun; annen olmak istemiyorum” Bazen kızgınlıkla bazen de çocuğu uygun davranışa teşvik etmek amacıyla söylenen bu gibi şeyler aslında çocuklar için çok ciddi bir terk edilme tehdidi niteliğinde oluyor. Çünkü çocuk ruh sağlığının en önemli temel taşlarından biri olan temel güven duygusu, “her nasıl davranırsam davranayım, sevilirim, değer görürüm” duygusu bu tür yaklaşımlarla yerini koşullu sevilmeye bırakıyor. Çocuk anne babanın istediği gibi olmadığında terk edileceğini, fiziksel olarak anne baba yanında olsa da duygusal olarak ondan vazgeçtikleri duygusunu yaşayabiliyor. Bu nedenle belki de en tehlikeli tehditlerden birinin de bu yaklaşımla oluştuğu söylenebilir.

9. Her Şeyin Var; Kıymetini Bilmelisin !

Günümüz çocukları elbette bir önceki jenerasyona göre daha fazla şeye sahip olabiliyor. Özellikle de maddi değeri olan bir çok şeye sahip olabiliyorlar. Bir çok anne baba kendi çocukluğunda sahip olamadığı bir çok şeyi çocuğuna verebiliyor ve hatta bunun için çalışıyor. Diğer yandan yine günümüz anne babaları sıklıkla çocukları için oluşturdukları bu özel koşulları sıklıkla dile getiriyorlar. Çocuklarına bu koşulları sağladıkları için çocuklarının daha fazla başarılı olmalarını, daha minnettar olmalarını, daha mutlu olmalarına ve hayatlarından daha memnun olmalarını bekliyorlar. Çocuk anne babanın istediği gibi bir çocuk olmadığında da çocuğun sahip olduğu şeylerin birer birer elinden alınacağı tehdidi gündeme geliyor. Oysa çocuklar sahip olmamayı yaşamadıkları için sahip olmanın da mutluluk veren bir şey olacağı sonucuna da ulaşamıyorlar.  Çoğu gerçekten anne babasını memnun edememenin verdiği suçluluk duygusunu yaşıyor. Belki bir çoğu bunu ifade etmiyor, edemiyor. Bunun yerine çatışıyorlar; talep ediyorlar; bazen de anne babanın sağladığı bu koşulları istemediklerini dile getirip onların istedikleri bir çocuk olmayı da reddediyorlar. Anne babaların bu tuzağa düşmeden çocuklarıyla ilişkilerinde bu tarz maddesel şeyleri referans göstermemeleri, başarının ve mutluluğun sahip olunan şeylerin karşılığı olamayacağını fark etmeleri önemli. Ayrıca çocuklar genellikle karşılanamayan duygusal ihtiyaçların yerine bu tarz maddesel taleplerde bulunuyorlar. Bu sebeple de anne babaların çocukların önce duygusal ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiklerini fark etmeleri önem taşıyor.

10. Başka Çocukları Örnek Göstermek!

Çocukların anne babaları ile ilişkilerinde en çok şikayetçi oldukları konulardan biri de başka çocuklarla karşılaştırılmaları oluyor. Aslında bir çok ebeveyn çocuğu motive etmek ve ona iyi bir örnek oluşturmak için başka çocukları örnek gösterdiğini dile getiriyor. Ancak çocuklar bu karşılaştırmayı her zaman bir tehdit olarak yaşıyorlar ve “ben yeterince iyi değilim, annem babam beni yeterli bulmuyor, onlara layık bir çocuk değilim” duyguları yaşıyorlar. Bu duygu ile büyüyen çocuklar hem rakip olarak gösterilen çocuklara hem anne babalarına öfke duyuyorlar. Diğer yandan bu duygu, genellikle çocuğun kendini daha da geri çekmesine ve çabadan kaçınmasına sebep oluyor.

0 yorum:

Çocuğa İç Denetim Nasıl Kazandırılabilir?

Bebeklik Dönemi ve Anne-Baba Kontrolü

Çocuklar hareketlenmeye ve dış dünya ile ilişki kurmaya başladıkları zamandan itibaren kontrole ihtiyaç duyarlar. Anne-babalar çocuğa bir zarar gelmesi kaygısıyla özellikle bebeklik döneminde bebeği sürekli gözetim altında tutarlar. Bebek, her türlü davranışına ve tepkisine bir karşı tepki bulur. Bu yolla da anne ve babasının onu hangi durumlarda onayladıklarını, hangi durumlardan hoşlanmadıklarını, hangi durumlara izin verip hangi durumlara izin vermediklerini fark etmeye başlar. Böylece anne-babanın çocuk üzerindeki kontrolü başlamıştır. Bu kontrol hem bebeğin ve çocuğun korunmasına yardımcı olacaktır hem de yapması ve yapmaması gerekenleri öğrenmeye başlar. Başlangıçta çocuk kendini kontrol edebilecek fiziksel, zihinsel ve psikolojik donanıma sahip değildir ve bu nedenle belli bir süre bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duyar. Özellikle 1 yaş öncesi tamamıyla bir yetişkinin ilgisi, bakımı, desteği gereklidir. Bu destek ihtiyacı 3 yaşına dek göreceli olarak azalır.

3 Yaş Sonrasında

3 yaşını doldurmuş olan bir çocuk fiziksel olarak bir çok şeyi yetişkinlere benzer şekilde yapabilecek donanıma sahip olmuştur. Ellerini rahatça kullanabilir. İnce parmak ucu becerisi gerektiren işlerin büyük çoğunluğunu yapabilir. Çatal-kaşık-bardak kullanmak, giysilerinin önemli bir bölümünü giyip çıkarabilmek, el-yüz yıkama, kurulama vs. gibi bir çok işi becerebilir. Bu dönemin öncesinde genellikle çocuklar neyi nasıl yapmaları gerektiğini, nelerin doğru ve kabul edilir, nelerin yanlış ve kabul edilmez olduğunu muhakeme düzeyinde kavramaya başlamışlardır. Tek eksikleri sosyal bir ortamdır. Bu yaşta bir okul öncesi eğitim kurumuna devam eden veya bolca farklı sosyal ortamlarda bulundurulan (başka çocuklarla ilişki deneyimi yaşama fırsatı verilen) çocuklar sosyal kuralları da kavramaya başlarlar. Evde tek olarak alıştıkları düzenin sosyal ortamda farklı olabileceğini, içlerinden gelen her şeyi yapamayacaklarını, sosyal bir grubun parçası olduğunda, beklemenin, sabretmenin, vazgeçmenin önemli olduğunu yaşayarak öğrenirler. 36 aydan itibaren çocuklar üzerindeki kontrolün bir önceki döneme göre azaltılması da bunun için önem taşımaktadır. Çünkü bu yaş çocuğun toplum içinde, dış dünyada kendi kendini fark etmesi, dürtüsel davrandığında tepki alacağını görmesi açısından önemlidir. Evdeki kurallar öğretilmiştir ve artık çocuğun kendi kendine yeni toplumsal kuralları öğrenmesi için uygun bir zamandır.

Otokontrol (İç denetim) Nasıl Öğrenilir?


Kendi kendini kontrol öğrenilen bir şey olmakla birlikte beynin de bir fonksiyonudur. Yani eğer bilinen biyolojik bir dürtü kontrol problemi yoksa doğal olarak gelişir. Ancak anne-baba ve çevrenin müdahalesi ve uygun olmayan tutumlarıyla çocuk kendini kontrol etmekte güçlükler yaşayabilir. Çocuğa ne zaman ne yapacağını bir kural olarak öğretmek ile yapması gereken şeyi yapması gerektiği zamanda hatırlatmak arasında fark vardır. Çocuk disiplininde amaç kuralları yıkıcı olmayan bir biçimde öğretmektir. Kuralı öğrenen, kurala koyduğunda ödüllendirilen, kurala uymaya teşvik edilen çocuklar, kuralların sık sık hatırlatılmasına ihtiyaç duymazlar. Ancak her zaman çocukların kurala uymaya teşvik edilmeleri gerekmektedir. Yani kural olan bir şeyi yapıyor olması “zaten yapması gerekir” düşüncesiyle görmezden gelinmemelidir. Anne-babalar bazen çocuğun uyduğu kurallarla, ve uygun davranışlarıyla ilgilenmezler de uygun olmayan, kural dışı davranışlarıyla fazlaca ilgilenirler. Sürekli kuralı hatırlatmak zorunda hissederler. Sürekli çocuklara yapacakları işi hatırlatırlar. Çocuk işi erteler, yapmamak için direnir. Bu diyalog da genellikle azarla ve kavgayla sonuçlanır. Bu hem çocuğun hem de anne-babanın hoşuna gitmeyen bir sonuçtur ve soruna da kalıcı bir çözüm oluşturmaz. Hatta var olan sorunun daha fazla artmasına ayrıca ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkinin kalitesinin bozulmasına neden olur. Ayrıca sorumlulukları, ne yapması gerektiği sürekli hatırlatılan çocuklar asla sorumluluk alamazlar ve asla sorumlulukları ile ilgili olarak kendilerini kontrol edemezler. Bu çocuklar ancak bir otorite figürü varsa (bir yetişkin, anne, baba öğretmen vs.) uygun davranabilirler. Hatta bazı yetişkinlerin kendilerine daha rahat davrandığını ve daha hoşgörülü olduğunu fark ettiklerinde o kişinin varlığına rağmen kontrolsüz davranışlar sergileyebilirler. Örneğin kendi sınıf öğretmeninin kurallarına uyan ve sorun çıkarmayan bir çocuk böyle bir durumda başka branş öğretmenlerinin derslerinde kontrolsüz davranabilmektedir. Aynı şekilde babası varken sakin olan bir çocuk babanın yokluğunda anne ile daha uyumsuz, daha huzursuz davranışlar gösterebilir.  


Özgüven gelişimi ve özdenetim

Çocuğa özgüven kazandırmak özdenetim kazandırmakla neredeyse aynı anlama gelmektedir. Anne-babanın yaklaşımı açısından hem güven kazandırmak için hem de kendi kendini denetleyebilme becerisi kazandırmak açısından büyük benzerlikler vardır. Çocuğun bireyleşme sürecinde, özbakım, sorumluluk, sosyal iletişim gibi becerilerin gelişiminde anne babanın çocuğa fırsat vermesi, uygun zamanlarda uygun bir şekilde pekiştirerek ve özendirerek kuralları öğretmesi sonucunda çocuklarda hem özgüven hem de kendini kontrol becerisi gelişir. Sorumluluk, özgüven ve özdenetim kazandırmanın yolu sürekli hatırlatmak değildir. Çünkü sürekli ne yapması gerektiği hatırlatılan çocuklar aslında sürekli “neyi yapamadıkları” hatırlatılan çocuklardır. Bu da özgüvenin zarar görmesi için yeterli bir yaklaşımdır. Bunun yerine sorumluluk vermek, çocuğa güveniliyor olduğu mesajını vermek, yerine getiremediği sorumluluklar hakkında konuşmak, onun duygularını dinlemek, yapması konusunda teşvik etmek, yapabildiği, başardığı, becerdiği işleri ön plana çıkarmak tercih edilmelidir. Eğer bir aile içinde yapılmayanlara odaklanmak bir alışkanlık halini almışsa yapılabilenleri fark etmek başlangıçta zor olacaktır. Ancak sorumluluk geliştirmenin tek yolu budur. Kuralın çocuğun yaşına uygun olarak tanıtılması, kurala uyması için teşvik edilmesi, kurala uyduğunda takdir edilmesi ve sorumluluk olarak birlikte belirlenen alanlarda çocuğun her türlü performansının övülmesi gerekmektedir. Kendi ihtiyaçları ve sorumlulukları ile ilgili bir türlü kendi kontrollerini kazanamayan çocuklara bakıldığında bu çocukların zaten sürekli olarak bir başkası tarafından kontrol ediliyor oldukları görülür. Bu durumda çocuklar zaten kendi kendilerini kontrol etmeye ihtiyaç duymazlar. Zaten bir şeyi unutmasına fırsat verilmemiştir. Bir sorumluluğunu unuttuğunda veya yerine getiremediğinde bunun sonucunu yaşamaya pek fırsat bulamamıştır. Örneğin sabah yataktan geç kalkan bir çocuğun okul servisini kaçırması durumunda anne-babası onu tam vaktinde okula yetiştiriyorsa çocuk geç kalkmasının yaratacağı olumsuz sonuçlarla karşı karşıya gelemeyecektir. Bu durumda her sabah geç kalkmasında da bir sakınca yoktur. Sanıldığının aksine burada anne-babanın sık sık uyarıyor olması ve anne-babasıyla yaşadığı çatışma bu sorumluluğu kazanmasında etkili olmamaktadır. En etkili yöntem davranışlarının sonucunu yaşamasıdır. Kuralların erken yaştan itibaren sistemli bir şekilde öğretilmesi durumunda zaten okul yaşlarında çok fazla sorun yaşanmayacak ya da yaşanan sorunlar ufak müdahalelerle çözülebilecek durumda olmaktadırlar.

Sonuç olarak, kuralların öğretilmesi için çocuğun büyümesini beklemek; çocuğun hem özgüven gelişimini hem sorumluluk gelişimini hem de özdenetim gelişimini olumsuz etkilemekte ve daha da önemlisi benlik algısı bundan zarar görmektedir. Anne-babaların neredeyse bebek sahibi olmaya karar verdikleri dönemden itibaren çocuk eğitimi, çocuk disiplini ve çocuk psikolojisi konusunda kendilerini eğitmeleri gerekmektedir. Çıkan her türlü sorunu ciddiye almak vaktinde müdahale etmek ve olası büyük problemleri önlemek açısından büyük önem taşımaktadır.

0 yorum:

Çocuğa Sınırları Nasıl Öğretilir?

Çocuğa Söz Geçirebilmek 


Bebekler, dış dünyayı tanıyıp keşfetmeye başladıkça değişik durumlara değişik tepkiler vermeyi öğrenirler. Annelerinin ses tonundan sevildiklerini hissederler; kendilerine gülündüğünde bunu fark edip  gülümserler. Evde huzursuzluk olduğunda ve sesler yükseldiğinde irkilirler ve huzursuz olurlar. Bebek, dili öğrenmeye başladığında sözel uyarıları da tanımaya ve ayırt etmeye başlar. 1 yaşlarındaki bir bebek “Al-ver-gel” gibi komutları anlar ve uygun tepkiler verebilir. Özellikle de eline verilen şey onun keyif alacağı bir materyal ise "Al" komutuna daha hızlı ve istekle tepki vererek uzatılan objeyi alır. Yani bebeğin istenen bir şeyi yapması için sonunda haz alacağı bir ödül olması gereklidir. Bu yolla, komuta uygun tepki vermeyi öğrenir. Bebeklerin, yetişkinlerin isteklerini gerçekleştirmeleri böyle bir öğrenme  oluyla olur. İsteneni yaptıklarında ödüllendirildiklerini fark ederlerse, isteneni daha fazla yapma eğiliminde olurlar. Öğrenmedeki bu temel eğilim, aslında yaşam boyu devam eden bir öğrenme prensibidir. Bize haz veren, sonunda hoş bir durumla karşılaşma olasılığımız olan eylemleri yapmaya daha istekli oluruz; hatta bu eylemi sık sık tekrarlamak isteriz. Çocukların da anne-babalarının sözlerini dinlemeleri küçük yaşlardan itibaren öğrenilmiş bir tutumdur. Eğer anne-baba, isteğini sunarken çocuğu motive edebiliyorsa ve bu isteğin yapılması sonucunda çocuk anne-babasını ne kadar memnun ettiğini görüyorsa bu isteği yerine getirmeye de hevesli olacaktır.

Tam tersi olarak anne-baba isteğini çocuğa sunarken bu isteği yapmaması durumunda nelerle karşılaşacağını tehdit biçiminde sunuyorsa, çocuklar söz dinlemeye pek de hevesli olmayacaklardır. Ödüllendirme, istenen davranış ve tutumların gelişmesi için cezalandırmadan çok daha etkili bir yöntemdir. Aynı öğrenme prensibi  "istenmeyen davranışların” öğrenilmesi için de geçerlidir. Yani çocuk isteklerini bazı hoşa gitmeyen davranışlarla (örneğin; ağlamak, tutturmak, kendini yere atmak vb) elde edebiliyorsa, bu davranışları tekrar eder. Çünkü isteklerini elde etmenin yolunun bu olduğunu öğrenmiştir.

Ayrıca çok talep eden, söylenenin tersini yapmaya eğilimli, negatif tutum içinde olan çocuklar genellikle anne-babaları tutarlı olamadığı için sınırları öğrenememiş çocuklardır. Söz dinlememek ya da “şımarıklık” diye nitelenen davranış özellikleri doğuştan getirilen değil tamamen öğrenilmiş özelliklerdir. Tabi burada çocuğun yaşı ve gelişim seviyesi ondan neler bekleyebileceğimiz ve ne
kadar sınır öğretebileceğimiz konusunda da belirleyicidir.

Sınırları Öğretmek

Bebekler yürümeye başlayıp kendilerine zarar verebilecek hareketliliğe sahip olduklarında davranışlarına engel getirilmesi zorunluluğu da doğar. İster istemez zarar verici durumlarla karşılaşma olasılığında bebek “Hayır” tepkisiyle karşılaşır. Bebekler gerçek anlamda ilk kez sınırla bu dönemde karşılaşırlar. Bu dönemden itibaren bebek, yapması ve yapmaması gerekenleri öğrenmeye başlar. Anne-babalar, çocuklarına küçük yaşlardan itibaren birlikte ve düzen içinde yaşamanın kurallarını öğretmelidirler. Çocuk, kendisi için neyin gerekli, neyin daha yararlı ve önemli olduğunu başlangıçta bilemez. Anne-babalar birtakım kurallar ve sınırlar koyarak çocuğu korumak ve kendisine zarar vermeden iyi alışkanlıklar geliştirerek, sosyal uyum için gerekli becerileri kazandırmak durumundadırlar. Çocuğun uyku, yemek, giyinme ve temizlik alışkanlıkları kazanması, ihtiyaçlarını geciktirebilmeyi, paylaşmayı öğrenmesi, bağımsız hareket edebilmesi hep anne-babanın yönlendirmesini ve çocuğa fırsat vermesini gerektirir. Çocuk kendisiyle ilgili giyinme ve yemek gibi özbakım becerilerini başka çocuklarla bir aradayken, sırasını beklemek ve kurallara uymak gibi sosyal becerileri ise önce evde anne-babasından öğrenir. Bu sınırları ve kuralları öğrenmeyen çocuk hem kendi becerilerini geliştiremez hem de yuva-okul gibi sosyal ortamlarda uyum problemleri yaşayabilir. Anne-babalar, bebeğin becerileri gelişmeye başladığından itibaren bu kuralları öğretmelidirler.

Önceden Belirlenmiş Kurallar

Evde kural koymanın öneminden bahsederken kuralların önceden belirlenmesinin gerekliliği de unutulmamalıdır. Çocuklar ne zaman nasıl davranmaları gerektiğini önceden bilmeye ihtiyaç duyarlar ve birden bire ortaya çıkan bir talebe cevap vermek konusunda çok istekli olmazlar. Bu durumda anne-babanın sözlerini dinletmek için biraz daha sert bir uyarıya ihtiyaçları olacaktır. Bu da çocuk ve anne-baba arasında başka problemlerin yaşanmasına sebep olabilir. Oysa zaten kural olan ve çocuğun bildiği bir şey hatırlatıldığında bu söyleneni çocuklar bir tehdit ve rahatsız edici bir şey olarak algılamayacakları için söylenene itaat edeceklerdir.

Kuralların Tutarsız Uygulanması

Çocukların kuralları öğrenmesini ve kurala uymalarını zorlaştıran başka bir durum da kuralların tutarsız bir şekilde uygulanmasıdır. Yapılması yasak olan bir şey başka bir gün kabul ediliyorsa çocukların bu kuralı kural olarak benimsemeleri zor olacaktır. Anne-baba böyle bir durumda çocuğun “söz dinlememesini” olağan karşılamalıdırlar. Çocuk daha önce benzer bir davranışının anne-babası tarafından kabul gördüğünü söyleyebilir ve bu yeni kurallara uymayı reddedebilir. Üstelik tutarsızlığı fark ettiği için anne-babasının başka konularda söylediklerine uymakta da problem çıkarabilir.

Zor Çocuklar

Bazı çocuklar doğuştan getirdikleri biyolojik mizaçları dolayısıyla biraz daha zor disipline olabilirler; aşırı hareketli çocuklar, dürtü kontrol problemi olan çocuklar, dikkat sorunları yaşayan çocuklar sınır öğrenmekte ve kurallara uymakta daha çok sorun yaşarlar ve dolayısıyla “şımarık ve söz dinlemez çocuk” damgasını daha kolay yiyebilirler. Oysa bu çocuklar da tıpkı diğer çocuklar gibi disipline edilebilirler ve sınır öğrenebilirler. Bu çocuklara da kendilerini kontrol etmeleri, kurallara uymaları öğretilebilir. Sadece daha kararlı olmak ve bazı ufak tefek disiplin problemlerini görmezden gelmek gerekmektedir. Çünkü aşırı hareketli bir çocuğu çok sakin ve “mum gibi” bir çocuğa dönüştürmek mümkün olmayacaktır. Bu çocuklara hareket imkanı vermek de önemlidir. Ancak bu hareketlilikleri içinde kurallara uymalarını sağlamak ve olumlu davranışlarını daha sık ödüllendirmek gerekmektedir.

Anne-Babalara Öneriler

* Bebekliğinden itibaren çocuklara sınırları ve kuralları öğretin; uyku, yemek, tuvalet, temizlik, özbakım gibi konularda bir düzen oluşturun.

* Çocuğunuzun her türlü ihtiyacını karşılayabileceği şekilde büyümesine özen gösterin. Becerileri geliştikçe her türlü ihtiyacını karşılayabilir hale gelecektir. Böylece kendi sorumlulukları konusunda fazla uyarmanız gerekmeyecek ve kurallara uyma problemi yaşama olasılığınız azalacaktır.

*  Kurallar önceden belirlenmelidir. Öncesinde konuşulmamış, beklenmedik istekler çocuklarda saygı uyandırır ve söyleneni yapmak istemeyebilirler. Bunun yerine önceden belirlenmiş kurallarla ilgili uyarı yapmak çocuklar üzerinde daha etkilidir.

*  Kurallar mümkün olduğunca açık ve net olmalıdır. Çocuğunuzdan nasıl davranmasını beklediğinizi belirtmek, çocuğunuzun uygun davranma olasılığını artıracaktır.

*  Kurallar tutarlı olmalıdır. Sizin tutarlı olduğunuzu gören çocuğunuz sizin sözünüzü dinlemeye daha istekli olacaktır.

*  İstediğiniz gibi davrandığında ve sözünüzü dinlediğinde onu ödüllendirin. Ödülün “Aferin, sözümü dinlediğin için seninle gurur duyuyorum vs.” gibi sözel ödül olması çocuğu daha fazla motive edecektir. Anne-babası tarafından kabul gördüğünü ve davranışının beğenildiğini gören her çocuk, aynı davranışı tekrarlamak isteyecektir.

*  Çocuğunuzla iyi iletişim kurmanız önemlidir. Çünkü ancak iyi iletişim kurduğunuzda çocuğunuz sizi dinlemeye ve istediğinizi yapmaya istekli olacaktır. Aksi halde “söz dinlememek” anne-babaya duyulan öfkenin bir ifadesi olarak ve anne-babaya tepki biçiminde ortaya çıkan bir sonuç olabilir.

ALIŞKANLIKLARI KÜÇÜK YAŞTA KAZANDIRIN

Günlük ihtiyaçları bir düzen içinde karşılanan ve ne zaman nasıl davranması gerektiği öğretilen çocuklar, küçük yaşlardan itibaren günlük düzenle ilgili kendilerine yapılan uyarılara olumlu tepki verirler. Çünkü bu, alıştıkları hatta ihtiyaç duydukları bir durumdur. Bu nedenle anne-babanın uyarması çocuğu rahatsız etmez ve isteneni keyifle yapar. Ancak küçük yaştan itibaren düzen öğretilmemiş, kendi başına hareket etmesine izin verilmemiş ve bu nedenle becerileri gelişememiş bir çocuğun biraz daha büyüdüğünde birden bire kendi sorumlulukları yerine getirmesi beklenemez. Bu noktada anne-babaların çocuklara sorumluluklarını hatırlatmaları pek bir işe yaramaz ve söz dinletmeleri daha zor olmaya başlar. Alışkanlıklar küçük yaşlarda kazanılmadığında sonradan sık uyarılarla öğrenilmeleri mümkün olmaz. Sözünü dinletememekten şikayetçi olan anne-babalar genellikle küçük yaşlarda bu düzeni oluşturamamış anne-babalardır.

Ödüllendirme, istenen davranış ve tutumların gelişmesi için cezalandırmadan çok daha etkili bir yöntemdir.Çocuğunuza karşı koyduğunuz kurallar tutarlı olmalıdır. Sizin tutarlı olduğunuzu gören çocuğunuz sizin sözünüzü dinlemeye daha istekli olacaktır. Sınırları ve kuralları öğrenmeyen çocuk, hem kendi becerilerini geliştiremez hem de yuva-okul gibi sosyal ortamlarda uyum problemleri yaşayabilir.

0 yorum: