Çocuklara Kaybetmeyi Öğretmek


Çocuklar 2 yaş civarında yoğun bir şekilde karşılıklı oyunlar oynamayı tercih etmeye başlarlar. Çünkü yaşları gereği etraflarındaki gerek çocuk gerek yetişkin kişilerle etkileşim halinde olmaktan ve onlardan geri bildirim almaktan çok hoşlanırlar. Bu aşama çocuk gelişiminde sosyalleşmenin de en önemli aşamalarından biridir. 2 – 3 yaş arası dönemde özellikle yaşıtlarıyla ve kendilerinden biraz büyük çocuklarla ilişkide olmayı çok tercih ederler ve ilk kez aileleri içinde sürekli ilgi odağı olmaktan çıkarak tek olmadıklarını özellikle oyun oynarken her istediklerinin istedikleri şekilde olamayacağını fark etmeye başlarlar. Bu dönemde çocukların kendi yaşıtlarıyla düzenli olarak bir araya getirilmeleri bu açıdan çok önemlidir.

Çocukların henüz benmerkezcilik özelliklerinin ettiği bu dönemde sosyalleşmelerinin sağlanması ve eş zamanlı olarak yavaş yavaş her taleplerinin hızla karşılanamayacağının öğretilmesi güven ve kişilik gelişimi açısından da son derece önemli. Yine 3 yaştan itibaren de çocukların mutlaka okul öncesi eğitim kurumlarına gönderilmesi gerekir. Çünkü 3 yaş dönemi çocukların artık “ben” olmaktan çıkıp “biz” olmayı öğrenmeleri için önemli bir gelişim dönemidir. Bir grubun parçası olarak beklemeyi, ihtiyaçlarını ertelemeyi, oyunu, oyuncağı, ilgiyi ve sevgiyi paylaşmayı en kolay öğreneceği ortam okul ortamıdır. Eş zamanlı olarak evde, aile bireyleri arasında da benzer bir tutum içinde olmak gerekir. Çocuğun üzülmemesi ve olumsuz tepki vermemesi için birçok ailede çocukların talepleri sınırsızca karşılanır. Böylece çocuğun rahat edeceği ve mutlu olacağı düşünülür. Bir süre sonra çocuk bunun böyle yaşanmadığı, bir şekilde ihtiyacının ve isteğinin olmayacağını ya da erteleneceğini hissettiği her ortamda huzursuzlanmaya başlar. Uyum ve davranış sorunları oluşmaya başlar. Yine bu evrede çocuk kendini iyi hissetsin diye oyunlarda çocuğun avantajlı olmasına çaba göstermek, bir şekilde hep çocuğun kazanacağı oyunlar oynamak çocukların gelişimlerinin bu aşamasında takılmalarına ve belki de yaşam boyu sürecek sıkıntılar yaşamalarına neden olmaktadır.

Elbette çocukların gücü her şeye yetmez ve onları sürekli yetersiz hissettirecek oyun ortamları oluşturmak da yanlış olur. Ancak çocuğun kendi yaşına uygun oyunlarda zaman zaman yenilmesi ve geride kalması, zaman zaman da yenmesi ve öne geçmesi son derece doğaldır. Diğer yandan yenilmek, kaybetmek ve bunun sonucunda ortaya çıkan üzüntü ve yetersizlik gibi duygularla baş etmeyi öğrenmek için bu erken yaşlar çok önemlidir. Olumsuz duygularla baş etmek deneyimini böyle erken yaşlarda öğrenen çocuklar ilkokul çağlarından itibaren sosyal ilişkilerinde daha başarılı olmakta, arkadaş ilişkilerinde yaşadıkları sorunları çözmek konusunda daha yeterli olmakta sonuç itibarı ile daha güçlü, daha mutlu ve arkadaşları tarafından daha çok tercih edilen çocuklar olmaktadırlar. Birçok anne-baba çocuğunun tüm oyunları kazanmasının onu güçlü hissettireceğini düşünürler ve bu nedenle de her oyunda çocuğun kazanmasını sağlayarak büyük bir gayret içine girerler. Çocuklar büyüdükçe bunun gerçekte mümkün olmayacağını fark etmeye başladıkları için anne babalarının onlar için oluşturduğu bu “yalandan” başarı ortamı onlarda daha fazla yetersizlik duyguları oluşturmaktadır.

Birçok çocuk kendi güçleriyle bir şey elde etmelerinin zaten mümkün olmadığını bu nedenle anne babasının ona bilerek yenildiğini düşünmekte ve bu nedenle de kendi yaşıtlarıyla ya da bu hassasiyeti gösteremeyecek diğer yetişkinlerle yarış oyunları oynamaktan kaçınmaktadır. Bu da çocuklar için oldukça zorlayıcı bir durumdur. Zaman içinde ciddi özgüven sorunlarına neden olan bu algının değiştirilmesinde anne babanın tavrı çok önemlidir. Özellikle de anne baba yenilgi ve kaybetme durumunda çocuğa iyi model olmalıdır. Yenenin de yenilenin de asıl çabasının ve azminin takdir edilmesi vurgulanmalıdır. Sonuçtan çok sürecin önemli olduğu vurgulanmalıdır. Çünkü yaşamdaki birçok çabanın sonunda neyin elde edileceği ya da istediğimiz sonucun elde edilip edilmeyeceğinin bir garantisi yoktur. Ancak her koşulda çaba göstermenin ve yolun sonuna dek pes etmeden mücadele etmenin yaşamdaki her tür sorunla baş etmede önemli bir ilke olduğunun altının çizilmesi gerekir. Yenileceğini anladığı anda oyundan vazgeçen ya da yenildiği zaman sert öfke tepkileri vermeyi öğrenen bir çocuk herhangi bir sorun karşısında çözüm üretmeyi de deneyimlememiş olur. Unutulmaması gereken şey, yenilmenin hiç kimseyi iyi hissettirmeyeceği, belki üzüntü ve kızgınlık duygularının ortaya çıkabileceği ama bu duygularla baş etmenin de mümkün olduğudur. Ayrıca üzülmek, kızmak doğal duygulardır ve başka var olan duyguların ifade edilmesi için de kolaylaştırıcı olabilirler. Anne baba olarak en önemli referansımız çocuklarımıza olumsuz duygularla baş etmeyi öğretmek olmalıdır. Bu duyguları hiç hissettirmemeye çalışmak değil.

Sömestr Tatili ve Ödev

Tatil için yeni ödev verilmeli mi? 


Tatil için ödev vermek bu zamanın da yeni bir öğrenme zamanı olarak kullanılması anlamına gelecektir ki bu tatilin amacına ters düşmektedir. Bazı durumlarda ise çocukların bazı konuları tekrar etmeleri gerekli olmaktadır. Bu  çocuklar için pekiştirme mahiyetinde günün bir saatini geçmeyecek şekilde tekrar yaptırılabilir. Sınıf öğretmeniyle bilgi alışverişinde bulunarak çocuğun eksiklerini ve yetersiz olduğu konuları saptamak ve bu konuları çocuk için eğlenceli hale getirerek, görsel malzemelerle zenginleştirerek bu açığını kapamasına yardımcı olacak bir çalışma programı hazırlanabilir. Burada da çocukla ilişkisi daha iyi olan birinin ona destek vermesi önemlidir. Kızgın bir şekilde çalıştırılan ve sürekli yapamadıkları, öğrenemedikleri konular hatırlatılan çocuklar böyle bir çalışma zamanından hiçbir verim alamadıkları gibi kendilerini çalıştıran kişiye de öfkelenmektedirler. Bu da o kişiyle ilişkilerinin bozulması anlamına gelecektir.  Oysa tatilin bir amacı da anne-baba ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, anne-baba-çocuk iletişiminin kalitesinin artırılmasıdır.

Öğretmenler çocuğu ve aileyi nasıl yönlendirmeli?

 Aslında çocukların akademik ve psikolojik gelişimlerini en yakından takip edebilecek kişiler öğretmenlerdir. Bu nedenle hangi çocuğun nasıl bir desteğe ve programa ihtiyaç duyduğunu da bilirler. Burada öğretmenin dikkat etmesi gereken konu çocukların var olan eksikliklerinin nasıl tamamlanacağını kestirmektir.

 Bazı durumlarda çocuğun eksiğini aileye bildirmek çocuk üzerindeki baskıyı çok artırmakta ve çocuğun tatilden yararlanamamasına neden olmaktadır. Bu nedenle ailenin yapısı ve çocuğun özellikleri göz önünde bulundurularak her çocuk için tatilde bireyselleştirilmiş bir program önerilmesi gerekmektedir.

 Verilecek ödevler çocukların yeni bilgi öğrenmesini hedeflememeli, bunun yerine öğrendiği bilgiyi pekiştirici nitelikte olmalıdır. Ödev miktarı çocuğun gün içinde başka aktivitelere katılmasını engelleyecek yoğunlukta olmamalıdır.

 Ailelerin çocuklarıyla kaliteli zaman geçirmelerinin önemini vurgulamaları, ders başarısını etkileyen faktörlerden birinin de aile-çocuk iletişimi olduğunu ailelere hatırlatmalıdırlar.

 Çocukların farklı ilgi ve yetenekleri olduğunun bilinciyle onları kendi ilgi duydukları ve becerilerinin olduğu alanda araştırmaya ve öğrenmeye teşvik etmelidirler. Tüm sınıfa ortak bir ödev vermek yerine örneğin hayvanlara meraklı olan bir çocuğun hayvanlarla ilgili araştırma yapmasını ve bu konuda dergilerden, gazetelerden yazılar kesip getirmesini, seyrettiği belgeseller hakkında sınıfa bilgi getirmesini istemek bu çocuk için iyi ve yararlı bir tatil ödevi olacaktır.

 Bazı çocukların ödev yapmakla ilgili hep sıkıntıları olduğu bilinmektedir. Henüz bu sorumluluğu tam olarak geliştirememişlerdir. Böyle çocuklara daha fazla ödev vermek yerine ödev miktarını azaltmak ve yine ilgisini çeken bir konuda araştırma yapmasını istemek yerinde olacaktır. Yapmadığı ödevleri vurgulamak yerine de yaptığı ödev miktarı için onu ödüllendirmek yeniden ödev yapmak konusunda onu isteklendirecektir.

Sömestr Tatili Nasıl Geçirilmeli, Anne Babalar Nelere Dikkat Etmeli?

Sömestr Tatili


Okul dönemi boyunca belli bir düzende yaşayan, erken yatıp erken kalkan, her gün düzenli ders çalışan, sınav, ödev gibi zorunluluklarla uğraşan öğrenciler için sömestr tatili heyecanla beklenen bir dönemdir. Öğrenciler daimi ve düzenli sorumluluklara bir ara vermek ve kelimenin tam anlamıyla bir “tatil” yapmak ihtiyacında olurlar. Sömestr tatili aileler tarafından iyi planlandığında çocuklar için gerçekten dinlendirici ve yeni dönem için motivasyon sağlayıcı olmaktadır.

Sömestr tatili nasıl geçirilmeli?

Okul dönemi boyunca derslerinde başarılı olsa da olmasa da her çocuk yoğun bir sorumluluk taşımaktadır. Sürekli kendisinden bazı görevleri yerine getirmesi beklenmekte ve bu sorumluluklarla ilgili sürekli uyarı almaktadır. Okulda geçirdiği tüm zamanlarda bir şeyler öğrenmesi beklenmekte ve öğrenip öğrenilmediği de test edilmektedir. Ayrıca evde de ailenin kontrolü ve uyarısı söz konusu olmaktadır. Doğal olarak her çocuk böyle bir yoğunluğun ardından tatile ihtiyaç duyar. Tatil sürecinde ailelerin dikkatli olmaları gerekmektedir. Özellikle ders başarısızlığı olan ya da ödev yapmakta, ders çalışmakta zorlanan çocuklar aileleri tarafından tatil boyunca daha fazla baskı altında tutulabilmektedirler. Oysa bu çocukların da tatile ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Tatil boyunca çocuklara keyif alacakları, ilgileri ve yetenekleri doğrultusunda aktiviteler sağlanmalıdır. Özellikle okul döneminde yeterince çocuklarıyla ilgilenemeyen, onlarla oyun oynayamayan, birlikte keyifli vakit geçiremeyen anne babalar için tatil dönemi bir fırsattır. Bu dönemde mümkün olduğunca çocukla bir arada olmak, birlikte oyunlar oynamak, onu dinlemek, duygu ve düşüncelerini öğrenmeye çalışmak ve kendi duygu-düşüncelerinizi onunla paylaşmak yararlı olacaktır.

Eğer çocuğun derslerle ilgili sorunları varsa bunu vurgulamak ve eleştirmek yerine bir süre için onun bu sıkıntıdan uzaklaşmasını sağlayacak şekilde ve anne-baba çocuk ilişkisinin kalitesini artırmaya dönük olarak birlikte zaman geçirmeye çalışmak gerekmektedir. Tatil, bazı çocuklar için öğrenilmemiş ve anlaşılamamış konuların pekiştirilmesi için de bir fırsat olabilir. Ama bu sağlanırken de tüm günü dersle doldurmak yerine günün belli saatlerini çocuğa destek vererek, sıkmadan ve hırpalamadan eksiklerini tamamlamaya yönelik olarak kullanmak gerekmektedir. Özellikle okuma-yazmayı yeni öğrenmiş ya da henüz tam çözememiş olan birinci sınıf çocukların için günün bir kısmanda düzenli okuma ve yazma yaptırmak önemlidir. Bu hem arkadaşlarıyla aralarındaki açığı kapamak konusunda yardımcı olacaktır hem de yeni döneme hazırlıklı başlamasını sağlayacaktır.

Yine buradaki temel prensip çocuğu sıkmadan, keyifli ve eğlenceli bir şekilde çalıştırmaktır. Birlikte kitap alışverişi yapmak, çocuk dergileri almak ve böylece okumaya heveslendirmek etkili olabilir. Çocuğa tatil programı hazırlarken onun da desteğini ve onayını almak önemlidir. Örneğin günde bir saat çalışmasını hedefliyorsak bu bir saatin günün hangi saatinde olacağı konusunda çocuğun da fikrini almak uygun olacaktır. Ve program yapılırken sadece çalışma zamanının vurgulanması değil, bunun yanı sıra onun oyun ve eğlenceli aktiviteler içinde de olmasına önem vermek ve onunla birlikte geçireceğiniz zamanların da bu program içinde bulunmasına dikkat edilmelidir.

Tamamen serbest bırakmak…

Bazı aileler çocukların okul döneminde çok sıkıldığını ve yorulduğunu düşünerek tatil zamanlarında çocukları tamamen serbest bırakmaktadırlar. Bu da hiç müdahale etmeden çocuğun tüm tatil boyunca istediği gibi davranmasına izin vermek anlamına gelmektedir. Bazı çocuklar günlerini kendi başlarına planlayabilmekte, okumaya, eğlenceye, oyuna, arkadaşlarıyla olmaya zaman ayırabilmektedirler. Ama genellikle çocuklar kendi başlarına tüm günü kendileri için hem keyifli hem de verimli geçirebilecekleri şekilde planlamada yetersiz kalabilmektedirler. Örneğin bazı çocuklar tüm gün televizyon seyretmeyi veya kendi başlarına bilgisayar oyunu oynamayı tercih edebilmektedirler. Arkadaş ilişkilerinde problem yaşayan ya da içe dönük olan çocuklar daha çok evde zaman geçirmeyi tercih edebilmektedirler. Oysa böyle bir çocuğun tatilde daha fazla sosyal aktivite içinde olması gerekmektedir ve televizyon-bilgisayar gibi bireysel aktivitelere yönelmesi onun içekapanıklığını artıran bir faktör olabilmektedir. Böyle çocukların anne-babalarıyla ya da diğer aile bireyleriyle interaktif, duygularını ve düşüncelerini ifade etmeye yönelik oyunlar oynaması daha faydalı olacaktır.

Okul döneminde düzenli uyumaya ve uyanmaya alıştırılan çocukların tatil döneminde çok geç saatlere kadar oturmaları da sakıncalı olabilmektedir. Okul zamanına göre biraz daha fazla oturmasına izin verilebilir ancak uyku düzeni tamamen bozulursa –örneğin gece 12 ya da 1’e kadar uyumamasına izin verilirse- okul açıldığında yeni uyku düzenine uyum sağlamakta ciddi sorunlar yaşanabilmektedir. Vücudun yeni uyku düzenine uyum sağlaması biraz zaman alacağından, özellikle ilk haftalarda çocukların derse katılımını, dikkatlerini ve motivasyonlarını olumsuz etkileyebilmektedir.

Anne-babalar tatilde nelere dikkat etmeli?

 Tatilin öncelikle çocuğunuzla keyifli zaman geçirmek için bir fırsat olduğunu unutmamalısınız. Onun okul başarısında etkili faktörlerin başında anne-babasıyla kurduğu yakın, sıcak ve olumlu bir iletişim tarzı yer almaktadır. Bu nedenle çocuğunuzun tatil zamanını sizinle bol iletişim içinde geçirmesine özen göstermelisiniz.

 Çocuğunuzun okul başarısızlığı varsa tatilde daha az eleştirici olmalı, bunun yerine yeni okul döneminde onun daha çok çaba sarf edeceğine ve böylece istediği başarıyı elde edeceğine inandığınızı söyleyerek onu motive etmelisiniz.

 Eğer çocuğunuz birinci sınıfa gidiyorsa, okuma ve yazmaya heveslendirmek ve bu becerilerini günlük hayatta da kullanarak okuma-yazmanın keyfini fark etmesini sağlamak için destek vermelisiniz. Örneğin günlük gazetelerin başlığını ona okutabilir veya mağazaların vitrinlerindeki yazıları okumasını isteyebilirsiniz. Ayrıca onunla birlikte hikayeler okumak (örneğin bir sayfasını siz, bir sayfasını çocuğunuz okuyabilir) okumaya heveslendirebilir. Okumayı gülük hayatta kullanan çocuk tatil sonrasında sınıfta okuma-yazma çalışmalarında daha hevesli olacaktır.

 Tatilde de evde bazı sorumlulukları olmasına dikkat etmelisiniz. Evde sorumlulukları olan çocuklar okuldaki kurallara uymakta ve ödev sorumluluklarını yerine getirmekte daha az zorlanmaktadırlar. Ama tatil boyunca kendisinden hiçbir şey beklenmeyen çocuklar tatil sonrasında birden bire sorumluluklarla ve okuldaki kurallarla karşılaştıklarında bocalayabilmektedirler.


Oğlum Takı ve Çantalarıma İlgi Gösteriyor Onları Takmak İstiyor, Bu Normal mi?

* 2.5 yaşındaki oğlum takılarıma ve çantama ilgi gösteriyor ve onları takmak istiyor. Eşim ve ben bunu engelliyoruz. Ben bu konuda daha yumuşak tepki veriyorum. Bu tür şeyleri kızların taktığını, erkeklerin takmadığını söylüyorum. O da o an vazgeçiyor. Eşim ise bağırıyor. Bazen oyuncak bebeklerle ilgileniyor. Aslında bu tür şeylere ilgisi aşırı değil. Az da olsa bir erkek çocuğun bunlarla ilgilenmesi normal mi?

Bu yaştaki bir çocuğun çevresindeki her şeyle ilgilenmesi son derece doğal. Takılar renkleri ve parlaklıkları ile çocukların ilgisini çekebilecek malzemelerdir. Ayrıca çocuklar çevresinde gördüklerini taklit ederek öğrenirler. Annenin makyaj yapmasını, takı takmasını izlemek çocuğun böyle bir davranışı taklit etmesi için yeterlidir. Cinsiyet rolünü benimsemeye başlaması bu yaşlarda olur. Oyuncak bebekler, evcilik malzemeleri çocuklar için çok uygun dramatizasyon malzemeleridir. Çocuklar bu yolla kendi iç dünyalarını yansıtabilirler. Çocuğunuz bu tür oyuncaklarla oynamak istediğinde onu engellemek yerine oyununu izlemek, kurduğu hikayenin içeriğini takip etmek daha uygun olur. Çünkü bu yolla çocuğun duygularını, ihtiyaçlarını, endişelerini tanımak mümkündür.

Çocuğun taklit davranışı, bize çocuğun daha çok kiminle özdeşleşmiş olduğu konusunda da fikir verir. Çocuğunuz daha çok ev işlerini taklit ediyorsa, sizin süslenme davranışınızla daha çok ilgiliyse bu durumda baba ile fazla vakit geçirememiş olduğunu ya da fazla yakın ilişki içinde olamadığını anlayabiliriz. Böyle bir durumda çocuğun oyununa ve oyun için seçtiği malzemelere müdahale etmek yerine babanın çocukla daha fazla vakit geçirmeye çalışması, onunla oyunlar oynaması daha yararlı olacaktır. Çünkü çocukların her türlü davranışı çocuğu tanıma ve uygun davranışı belirleme konusunda bize yol göstericidir. Davranışları problem olarak ele almadan önce bize neyin ipucunu verdiğini anlamaya çalışmalıyız.

Çocuklarda Diş Gıcırdatma

* Çalışan bir anneyim. 2.5 yaşındaki oğlum geceleri diş gıcırdatıyor. Bu problemin nedeni psikolojik mi? Ne yapmam gerekiyor?

Geceleri diş gıcırdatma çocuklarda sıklıkla rastlanan bir problemdir. Bu problemin nedeni psikolojik ya da fiziksel olabilir. Öncelikle çocuk hekiminin çocuğun genel sağlığını düzenli olarak takip etmesi bu nedenle önemlidir. Çünkü örneğin bağırsak parazitlerinin de böyle bir duruma neden olabileceği bilinmektedir. Ayrıca bir diş hekimiyle görüşülüp çocuğun diş yapısı ve çene gelişiminin de değerlendirilmesi gerekebilir.

Psikolojik olarak değerlendirildiğinde diş gıcırdatma, çocukların yaşadıkları birçok kaygı, sıkıntı ve üzüntünün bir dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. Öncelikle tüm psikolojik kaynaklı sıkıntılarda olduğu gibi bu problemin ne zaman başladığı, nasıl bir sıklıkta sürdüğü, hangi durumlarda yoğunlaştığı gözlenmelidir. Aynı şekilde azaldığı durumların da gözlenmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra çocuğun gündüz oyun anında ve anne-baba ile ilişkisi sırasında nasıl bir tutum içinde olduğu da önemlidir.

Psikolojik sıkıntılar yaşayan çocuklar bu sıkıntıyı değişik biçimlerde ifade edebilirler. Dikkatli bir gözlemin yapılması ve ipuçlarının dikkatli değerlendirilmesi gerekir. Bu yaşlarda anne ile ilişkinin yeterli ve doyurucu olması da önemlidir. Sizin gözünüzden kaçan bir ihmal veya huzursuzluk ortamı çocukta kaygının artmasına neden olmuş olabilir. Ortamı yeniden düzenledikten ve çocuğunuzla ilişkinizin kalitesini gözden geçirdikten sonra belli bir süre daha izleyip problem hala devam ediyorsa bir uzmandan yardım istemeniz faydalı olabilir.

Aldatılan Hamile Kadın Psikolojisi

Evlilik ilişkisinin en önemli dayanaklarından biri de güvendir. Bir kişiyle yaşamı paylaşmaya karar
verirken karşı tarafın her koşulda güvenilir olduğunu bilmek, hiçbir durumda kendisini aldatmıyor olduğuna inanmak gerekir. Bu öngörü olmadan evlilik birliğini kurmak neredeyse imkansızdır. Ancak bazen karşılıklı verilen sözler tutulamaz ve karşı taraf eşinin bilgisi olmaksızın bir başka kişiyle ilişkiye girer. Burada ilişkinin yapısı ve karşılıklı beklentiler-sözler son derece önemlidir. Bazen kişi eşinin karşı cinsten başka biriyle konuşmasını bile tolore edemeyebilir. Ya da tam tersi eski erkek/kız arkadaşıyla zaman geçirmesi kişiyi rahatsız etmiyor olabilir. Buradaki en önemli belirleyici yaşananların karşı tarafın bilgisi dahilinde olmasıdır. Gizlice ve onaylanmadan yapılan her şey ilişkideki güveni sarsacaktır. Gizli ilişkinin daha ileri bir boyuta taşınması, örneğin cinsel ilişki boyutu eklenmesi elbette en çok “aldatma” olarak nitelenecek boyuttur. Ama evlilik ilişkisi güvenin sarsılmasıyla zaten ihanete açık bir hale gelir. Bu nedenle aldatma boyutuna varmadan önce güveni korumaya çalışmak ve güven zedelendiğinde de bunun ne kadar hoşgörü ile karşılanabileceğini belirlemek önemlidir. Çünkü genellikle ilişkilerde cinsel ilişki boyutunda aldatma aşamasına gelmeden önce başka sinyaller de vardır. Ve yine çok az kadın ya da erkek eşi kendisini aldattığında bunun “beklenmedik bir şey” olduğunu düşünür. Özetle aldatma hissedilen bir şeydir ve yine genellikle aldatan eş eşi tarafından bir şekilde hoş görüleceğini bilerek bunu yapar.

Aldatmanın psikolojik boyutu nedir ve erkekler neden aldatır?

Aldatmak genellikle farklı haz arayışlarıyla ilgilidir. Toplumumuzda daha sık görülen şekli erkeğin kadını aldatmasıdır. Bunda toplumsal değerlerin ve erkek için kabul edilen, hoş görülen ve onaylanan davranışların etkisi büyüktür. Neredeyse bebeklikten itibaren erkek çocuklar için kızlara ilgi ve cinsel çağrışım içeren espriler çok vurgulanır. Kızlara ilgi neredeyse “erkek” olmanın bir göstergesidir ve bunun her durumda her ortamda vurgulanması söz konusudur. Hatta 2-3 yaşlarındaki erkek çocukların “pipilerini göstermeleri” komik bir durum olarak ele alınır ve pekiştirilir. Oysa kızlar için tam tersi bir durum söz konusudur. Kadınlık ve kadın cinselliği bastırılan, gizlenmeye çalışılan bir özellik taşır. Evlilik birliği içinde her iki taraf için de “aldatma” “başka biriyle cinsel içerikli bir ilişkiye girme” yasaklansa da erkeğin böyle bir şey yapması durumunda genellikle bu daha az yadırganır. Hatta dilimizde “erkeğin elinin kiri” vb. deyimler de mevcuttur. Aslında hem kadınlar için hem erkekler için ortak olan cinsel haz arayışı daha fazla kabul bulduğu bir ortamda gerçeğe dönüşür. Ya da bazen gizli bir şekilde gerçekleşir. Burada kişilik faktörü, ilişkinin yapısı, kişinin kendi kendine yaşadığı psikolojik sıkıntılar, kendini güçlü hissetme arzusu, eski ilişkinin yıpranmışlığı, kendisini eski ilişkisinde yeterince değerli görmeme, yaşamdan memnuniyetsizlik, yetersizlik hissi gibi bir çok etken belirleyici olabilir. Bazen de gerçekten biten bir ilişkinin habercisi olabilir. Başka birine duyulan gerçek bir aşk buna yol açabilir. Tüm bunların değerlendirilmesi ve olaya sadece bir “ihanet” olarak bakılmaması önemlidir. Değişiklik arayışı ve yaşam rutinlerinin bozulması bir çok psikolojik sıkıntının da habercisi olabilir.

Kadınlar hamilelik sürecinde nasıl bir psikoloji içerisinde olurlar?

Hamilelik kadınlar için hem keyifli hem de zor bir süreçtir. Özellikle beklenen ve istenilen bir hamilelikse bu dönem son derece keyifli geçebilir. İyi giden bir sevgi ve aşk ilişkisinin sonucunda
hamile kalmak hem o aşkın bir ürünü olarak algılanır hem de bu birlikteliğin bundan sonraki nesillere aktarılması anlamını taşır. Bu nedenle de anne adayı için gurur ve keyfin bir arada yaşanmasına neden olur. Aynı duyguları baba adayının da yaşaması durumunda fiziksel bazı zorluklara rağmen hamileliğin keyfi daha fazla yaşanır. Vücudun ve hormonların değişimi, psikolojik olarak da bazı değişimlere neden olur. Ani duygusal değişimler sıktır. Bu dönemde kadının çevresinin ilgisine ve desteğine ihtiyacı her zamankinden fazladır. Özellikle de eşinin desteği ve ilgisi hamilelik sürecinin sağlığı açısından son derece önemlidir. Bir çok kadın için hamilelikle birlikte vücutta oluşan değişiklikler, kilo alma, orantısız bir hal alma vb ciddi sıkıntılara neden olmaktadır. Bu durum adeta kadınlığın kaybı, cinsel çekiciliğin yitirilmesi gibi algılanabilir. Burada da eşin şefkatli ilgisi ve desteği önemli olmaktadır.  Zaman zaman ortaya çıkan kaygılar (bebeğin sağlığı ile ilgili ve hamilelik sürecinin nasıl geçeceğine ilişkin kaygılar) ve korkular ancak eşin desteği ile en aza inebilir. Yine zaman zaman ortaya çıkan yoğun duygusal hassasiyetler, çabuk sinirlenme, kolay hüzünlenme, ağlama vb. tepkilerin bu döneme has olduğu unutulmamalıdır. Özellikle hamileliğin ilerleyen dönemlerinde hareketin kısıtlanması ve doğumun yaklaşması çevrenin ve eşin desteğine olan ihtiyacı daha da artırır. Hamileliğin başından sonuna dek her devrenin farklı bir özelliği vardır ve kadının yaşadığı gerek psikolojik, gerek hormonal gerekse fiziksel değişimler esnasında eşin desteği, toleransı, ilgisi ve sevgisi son derece önemlidir.

Erkekler hamilelik süreçlerinde neden eşlerinden uzaklaşır ve dışa eğilim gösterirler?

Hamileliğe hazırlanmak kadın için olduğu kadar erkek için de son derece önemlidir. Bu süreç içinde kendisini, eşini ve ilişkisini nelerin beklediği hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bu dönem yaşam tarzına yepyeni bir bakış getirmeyi gerektiren özel bir dönemdir. Bu nedenle erkeklerin de bu döneme psikolojik olarak hazırlanmaları önemlidir. Böyle bir hazırlık döneminden geçmeyen erkekler bu dönemi zor geçirebilirler. Özellikle de bebek kararı ortak değilse ve baba adayının isteği dışında hamilelik oluştuysa bu durum hem kadın hem de erkek için zorlayıcı bir dönem olabilir. Erkeklerin eşlerinin hamilelik döneminde eşlerinden uzaklaşmalarının bir çok nedeni olabilir. Bazen eşlerinin artık “anne” oldukları düşüncesi eşlerine karşı cinsel isteklerini azaltabilmektedir. Ya da bazen bebeklerine bir zarar verebilecekleri kaygısı ile eşleriyle cinsel ilişkiye girmek istemeyebilirler. Bir çok erkek bu dönemde bu kaygıyı yaşar. Bazen de eşlerinin birden bire çok kilo almaları, yaşadıkları ani duygulanım değişimleri erkekleri uzaklaştırabilir. Eşlerine karşı cinsel isteklerinin azalması erkeklerde kaygı yaratabilir ve bu nedenle bu isteği başka kadınlara duyup duymadıklarını test etmek isteyebilirler. Ancak bu tavırların tümü hamilelik sürecine yeterince iyi hazır olmamakla ilgilidir. Başından itibaren jinekologla yapılacak görüşmelerde erkeğin de bulunması, tüm bu gelişmeler hakkında baştan bilgi sahibi olması, cinsel ilişkinin hangi dönemlerde nasıl sınırlanması gerektiği konusunda bilgi sahibi olunması bu gibi sorunların yaşanmasına engel olacaktır. Bu nedenle anne adaylarının eşlerini başından itibaren sürece dahil etmeye özen göstermeleri önemlidir.

Aldatılan hamile bir kadının psikolojisi nasıldır?

Güvende olmak, desteklenmek, ilgi ve şefkat görmek hamile bir kadının en önemli ihtiyacıdır. Böyle bir dönemde aldatılmak başka dönemlere göre çok daha örseleyicidir. Çünkü kadın bu dönemde bebeğin sağlığının sorumluluğunu da taşımaktadır. Kendisiyle ilgili var olan kaygıları eşin aldatmasıyla iyice belirginleşir. Kendisini yalnız, terk edilmiş hissedebilir. Zaten var olan duygusal dalgalanmalar iyice belirginleşebilir ve derin bir mutsuzluk, depresif duygular ve ağlama krizleri ortaya çıkabilir. Bir yandan yaşadığı bu duygusal sarsıntıdan bebeğin zarar göreceği kaygısıyla suçluluk duyguları ortaya çıkabilir. Kendi fiziksel ve psikolojik durumu dolayısıyla başka bir kadınla rekabet edebilecek güçte hissetmeyebilir, Bu kadını daha da depresif ve çaresiz hissettirebilir. Eşe duyulan kızgınlık, kendisine dönük değersizlik duygularına dönüşebilir ve bir kadının hamileliğinde hiç hissetmemesi gereken duygular yoğun bir şekilde hissedilir. Elbette hamilelik sürecinde annenin psikolojik sağlığı, huzuru ve mutluluğu, bebeğin sağlığı açısından da son derece önemlidir.

Aldatılan eş neler yapmalı ve ruh sağlığını nasıl korumalıdır?

Aldatılmak, özellikle de hamilelik döneminde aldatılmak oldukça sarsıcı bir yaşam deneyimidir. Böyle bir deneyimi yarasız atlatmak kolay değildir. Böyle bir durumda öncelikle eşinizle konunun detaylarını konuşmalısınız. Çünkü sizin kafanızda oluşturduğunuz kaygılardan farklı nedenlerden ötürü eşiniz böyle bir şeye yönelmiş olabilir. her şeyin açık açık konuşulması önemlidir. Mümkün olduğunca kaygıları azaltmaya çalışmak önemlidir. Belki de eşinizle en çok iletişim içinde olmanız gereken dönem bu dönemdir. İhaneti aldatmak ya da aldatmamak konunun başka bir boyutudur. Öncelikli olarak hamilelik süresince ihtiyaç duyduğunuz desteğe odaklanmalısınız. Bunun için de eğer mümkünse eşinizle birlikte profesyonel bir yardım almaktan çekinmemelisiniz.  Sizi dinleyen, anlayan ve destek verebilecek olan yakınlarınızdan, arkadaşlarınızdan destek almanız, sıkıntılarınızı onlarla paylaşmanız yararlı olabilir. Ancak bazen arkadaşlar ve aileler sizi istemediğiniz şeyler yapmaya da yönlendirebilirler. Burada kendi yüreğinizin sesini dinlemeye özen göstermeli ve onların sizi olumsuz etkilemelerine izin vermemelisiniz. Ayrıca jinekoloğunuzla yapacağınız görüşmeler, bebeğinizin sağlıklı gelişimini takip etmek sizi iyi hissettirebilir. Bebeğinizle birlikte yepyeni bir yaşama adım atacağınızı düşünebilir ve bunun da bir yaşam hediyesi olduğu fikrine yönelebilirsiniz. Bazen bu gibi durumlar kötü giden bir ilişkinin sonlanmasına da aracı olabilirler. Böyle bir durumun hamilelik dönemine rast gelmesi elbette son derece üzücüdür ama bazen kötü giden bir ilişkiyi mecburiyetten sürdürmektense böyle bir bahane ile bitirmek daha olumlu sonuçlara neden olabilir. Yani çok kötü gibi görünen bir durum sizin için hayırlı ve olumlu bir gelişme de olabilir. Ama tabi öncelikle böyle bir aldatmanın sizin için ve eşiniz için tam olarak ne anlama geldiğini belirlemeli, bunun üzerine konuşmalı ve birbirinize açık olmalısınız. Bazen bu durum daha önemsiz bir şey olarak yorumlanabilir. Bazen de asla affedilemez bir durum olarak değerlendirilebilir. Burada önemli olan eğer bu konu unutulacaksa ve önemsiz bir şey olarak değerlendirilecekse daha sonra bunun ilişkiyi kötü etkilemesine izin vermemektir. Aksi halde ilişki devam ettikçe bunun sıkıntısı ve güvensizlik de devam edecektir.

Çocuk ve Aşk

Çocuklukta "AŞK" Olarak Nitelendirilen Duygunun Pedagojik Olarak Analizi


Çocukların bebeklik döneminden itibaren anne-baba dışındaki kişilere fazla yakınlaşma ve bu kişileri “daha özel” bir yere koyma olasılıkları vardır. 3 yaş öncesi çocuklarda bazen başka birine duyulan bu özel yakınlık daha çok o kişiye daha yakın olma, daha sempatik olma şeklindedir. Bu aslında çocuğun sevilme, ilgi görme fark edilme ve önemsenme ihtiyacıyla ilgilidir. Genellikle anne-babalarından ihtiyaç duydukları yakınlığı göremeyen ve bir şekilde ihmal edilen bebekler başka yetişkinlere ya da kendilerinden büyük başka çocuklara yakınlaşmakta, onlarla ilişkilerinde adeta tutku ile bağlı görünmektedirler. 3 yaş öncesindeki bu sıcak duygular çevre tarafından henüz bir “aşk” olarak nitelenmemektedir. Ancak 3 yaşından sonra yani çocuğun anneden bağımsızlaşıp birey olmaya başlamasıyla birlikte çocuk çevredeki birçok şeyi -dolayısıyla  başka insanları- daha farklı şekilde fark etmeye ve tüm dış dünya ile daha yoğun bir şekilde ilişki içine girmeye başlar. Bu çevredeki duyguların anlaşılmaya başlandığı yaştır. Çevredeki duygusal ilişkiler, insanların birbirlerini seviyor, birbirlerine kızıyor olmaları, üzüntüler, mutluluklar, öfkeler, heyecanlar daha dikkatli bir şekilde izlenmeye başlar. 3 yaşından itibaren çocuklar televizyonu da  daha  fazla izlemeye başlarlar. Aynı zamanda yine yavaş yavaş kendi cinsiyetine ait özellikler tanınmaya başlar. Kız çocuklar ve erkek çocuklar kendi doğal rollerini  öğrenmeye ve bunları prova etmeye başlarlar. Henüz karşı cinse tam ilgi olmamakla beraber 4 yaş civarında karşı cins iyice merak konusu olmaya başlar.

Karşı cinsi tanımak bir yandan da kendi farklılığını fark etmek demektir. Birçok çocuk bu yaşlarda hem kendi bedenindeki hazzı tanır hem de iki cinsin birbiriyle ilişkisinin detaylarını merak eder. Bu aşamada tüm bu içsel ve çevresel uyaranların etkisiyle çocuk “aşk”ı da tanımaya başlar. Duygu olarak “aşk”ın ne olduğunu merak eder ve diğer tüm duygular gibi bu duygu da merak uyandırır. Anne-babanın, çevresindeki diğer yetişkinlerin ve televizyonda izlediği görüntülerin etkisiyle bu duyguyu yaşayacağı karşı cinsten birini arar. Bu kişi bazen kendi yaşıtı bazen de bir yetişkin olabilir. Anne-babanın ve çevrenin yakıştırmaları ile de bu duygu pekişir.

Çocuk İçin Aşk Örneği Kimdir? 

Örnek her zaman çevresindeki yetişkinlerdir. Bazen de başka bir çocuğun “ben  ....’a aşığım” tavrı model alınabilir. Bir çok davranış ve tutum gibi “aşık olma” davranışı da model alınabilir ve taklit edilebilir. Ancak belki de aşkın ilk hissedildiği ve tanındığı dönem anneye-babaya olan aşktır. Her çocuğun annesine-babasına hayran olduğu, onu kimselerle paylaşmak istemediği bir dönem vardır. Böylesi bir bağlanmanın yaşanmış olması çocuğun ileriki yıllarda gerçek “olgun aşk”ı yaşayabilmesi açısından da önemlidir. Özellikle anneye duyulan bu bağlılığın yaşanması kadar uygun bir şekilde sonlanması da çocuğun daha sonraki duygusal ilişkileri sağlıklı yaşayabilmesi açısından önem taşımaktadır. Annenin bebeklik döneminde çocuğuyla yakın, sağlıklı ve güvenli bir ilişki içinde olması durumunda 3 yaş civarında çocuklar doğal bir şekilde annelerinden ayrışabilmekte ve bireyleşebilmektedirler.

Anne ile babanın birbirleriyle ilişkileri de çocuğun aşkı ve karşılıklı sıcak duyguları tanıması, algılaması ve değerlendirmesi açısından önemlidir. Birbirleriyle sağlıklı bir iletişim içinde olan, birbirlerine sevgi gösteren, duyguların anlaşıldığı ve ifade edildiği bir ilişki içinde olan anne-babalar çocukların gerçek olgun aşka hazırlıklı olabilmeleri için çok önemli bir ön koşuldur.

Çocukken yaşça büyük olana karşı da aşk tanımlaması altında duygu beslenebilir. (Abinin ya da ablanın arkadaşı. Ya da ebeveynlerin arkadaşları...) Böyle bir durumda ulaşması güç bir hedef karşısında çocuğa nasıl bir tepki verilmelidir?

Verilecek tüm tepkilerin empatik olması önemlidir. Çünkü çocukluktaki bu tarz duygular tamamen özdeşleşme, model alma, kendini ve duygularını tanıma isteği ile ilgilidir. Çocuğun böyle bir durumda ihtiyaç duyduğu tek şey anlaşılmaktır. Bu durumda çocuğa verilecek mesajlar bu “aşk”ın uygunsuzluğu ve olmazlığı değil, aşk olarak ifade edilen uygunun aslında hangi duyguya karşılık geldiğinin ifadesi olmalıdır. “ X abiyi çok seviyorsun, o senin için çok önemli” , X ablanın burada olması hoşuna gidiyor, o senin için iyi bir oyun arkadaşı” vb. gibi geri bildirimler yeterli olacaktır. Bu yaşlardaki “aşk”ın yetişkinlik aşkıyla hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen değişik duyguların provası niteliğindedir. Bu aşk yaşı kendinden büyük karşı cinsten birine olabileceği gibi kendi cinsinden birine yönelik de olabilir. Bu durumda da tepkinin eleştirmek, engellemeye çalışmak yerine çocuğun duygularını anlar nitelikte olması önemlidir.

Anne ve Baba Arasındaki İletişim Çocuğun Karşı Cinse Olan Yaklaşımını Nasıl Etkiler?

Anne-baba iletişimi çocuğun tüm yaşam boyunca model alacağı iletişim biçimidir. Bazen anneye ve/veya babaya olan kızgınlık çocuğun başkalarıyla olan ilişkisinde referans alınırken bazen de tam tersi olarak anne ve/veya babanın olumlu yönleri referans alınır. Ama her koşulda ilişki kurmayı belirleyici olur. Kız çocuk babanın annesine olan tavrına bakarak, babası gibi bir erkeği ya da babası gibi olmayan bir erkeği arar. Aynı şekilde erkek çocuk da anneyi gözlemler. Karşı cinse olan yakınlaşma ergenlik döneminde olmakla beraber, okul öncesi yaşlarda da çocukların karşı cinsle olan arkadaşlıklarında anne-babalarının özelliklerini (olumlu ya da olumsuz anlamda) aradıkları bilinmektedir. Anne-babanın birbirleriyle ilişkisi kadar çocuklarıyla ilişki kurma biçimleri de çocuğun karşı cinse olan yaklaşımını etkilemektedir. Örneğin babasıyla, sıcak, yakın, sevecen, yoğun bir ilişki içinde olan bir kız çocuğu karşı cinsle ilişkisinde daha güvenli olabilecek, kendini daha rahat ifade edebilecektir.