Çocuğun İlk Sosyal İlişki Ortamı

Sınıf


Sınıf ortamı çocukların sosyal yaşamda karşılaştıkları ev dışında ilk gerçek sosyal ilişki ortamıdır. Sosyal kurallar ve grupla sosyal ilişki ilk kez sınıf ortamında öğrenilir. Bir grubun parçası olma, sosyal kabul görme gibi insana ait en temel ihtiyaçlar ilk kez sınıf ortamında karşılanır. Ayrıca çocukluğun psikolojik gelişim aşamalarının en önemlilerinden biri olan benmerkezcilikten sosyalleşmeye geçiş süreci de önce anaokulu sınıfında ardından da ilkokul sınıfında yaşanır. Çocuk, kendi ihtiyaçlarını geciktirmeyi, sırasını beklemeyi, başkalarının ihtiyaçları ile kendi ihtiyaçları çakıştığında başkalarına da öncelik verebilmeyi bu sayede öğrenir. Çünkü bu sınıfta kabul görmenin en önemli yoludur. Sınıf ortamı bireyler arası iletişimin de en yoğun yaşandığı ortamdır. Çocuk hem yaşıtlarıyla sosyal ilişkiler kurup geliştirmeyi öğrenir hem de öğretmenleriyle yani otoriteyle ilişkiyi öğrenir. Hangi davranışlarının kabul görüp onay ve takdir gördüğünü hangi davranışlarının yadırganıp eleştirildiğini yaşayarak öğrenir. Yeteneklerini, farklılıklarını grup sayesinde daha fazla keşfeder. Bu sayede bireyselleşirken bir yandan da kişiliğini oluşturur.

İlkokul yaşlarından itibaren grup tarafından kabul görmek çok önem kazanır. Bu nedenle genellikle çocuklar gruba uyum gösterme eğiliminde olurlar. Benmerkezcilik özelliğini sürdüren ve grup halinde iletişime hazır olmayan çocuklar hem ciddi uyum sorunları gösterebilirler hem de sınıf içinde bazı davranışsal problemleri olabilir. Çünkü sosyal uyum göstermeyen çocuğu grup da dışlama eğiliminde olacaktır ve bu da çocuğun daha fazla problem yaşamasına neden olacaktır.

Sınıfta Genel Yapılanma

Sınıfta otoriteyi temsil eden kişi öğretmendir. Sınıf kurallarını öğretmen belirler, kuralların nasıl uygulanacağına karar verir ve uygulanıp uygulanmadığını kontrol eder. Bu nedenle öğretmenin kişiliği, tutarlılığı, esnekliği, genel tavrı sınıfın yapılanması konusunda çok belirleyicidir. Görünüşte bütün sınıflarda aynı tür yapılanma varmış gibi gözükse de tek tek incelendiğinde öğretmen faktörünün yapılanmayı değiştirebileceği görülmektedir. Kurallara uyum, yapıcı bir şekilde destekleniyorsa, çocuklar sorun çözebilmeleri konusunda destek görüyorlarsa hem çocuklar arasında sorun yaşanma olasılığı artacaktır, hem de genel uyum konusunda zorluklar yaşanmayacaktır. Bir arada olmaları ve ekip halinde çalışmaları desteklenen çocuklar birlikte çözüm bulma yeteneklerini geliştirebilirler ve bu sayede sınıf içinde yaşanan yıkıcı rekabet duygusu daha olumlu şekle dönüşerek başarı odaklı bir rekabete dönüşebilir. Öğretmen tarafından desteklenen sınıf içinde övülen çocuklar her zaman diğer çocuklar tarafından daha popüler görüleceklerdir. Tam tersi olarak öğretmen tarafından sık sık olumsuz yönleri ortaya çıkarılan, vurgulanan çocuklar ise sınıf içinde daha az kabul gören çocuklar olacaklardır. Sınıftaki hiyerarşiyi belirleyen genellikle budur. Çocuklar ilkokul çağlarında genellikle kendi cinsiyetlerinde arkadaş edinme eğilimindedirler. Benzer ilgilerinin olması bu arkadaşlıkları sürdürme olasılığını da arttırmaktadır. Bazı çocuklar daha dışadönük olurlar ve ilişki kurmakta, arkadaş bulmakta zorluk yaşamazlar. Başka çocukları kendiliklerinden oyunlarının içine çekebilme yetisine sahiptirler. Bazı çocuklar ise daha içedönüktürler ve kendi başlarına bir başka çocuğa yanaşıp oyun oynamak istediklerini ifade edemeyebilirler. Ancak başka bir çocuk ilk adımı attığında ona katılabilirler. Hatta bazen kendilerine oyun ve arkadaşlık teklif edilmesine rağmen kabul etmekte ve yakınlaşmakta güçlük çekebilirler. Genellikle arkadaşlıkların başlangıcında dışadönük çocukların daha etkili oldukları bilinmektedir. Ancak bu arkadaşlığın ve başlayan ilişkinin sürdürülmesinde çocukların kişilik özelliklerinin ve sosyal gelişmişliklerinin daha belirleyici olduğu bilinir. Oyunlarda kurallara uyan, bekleme sabrı geliştirmiş, yenilmeye tepki göstermeyen, paylaşımcı, gerektiğinde lider de olabilen çocukların kurulan arkadaşlıkları sürdürme olasılıkları artmaktadır. Diğer çocuklar tarafından da daha fazla tercih edilen çocuklar olmaktadırlar. Daha uyumsuz, kavga eğilimi olan, benmerkezci eğilimini sürdüren, hep yönetmek isteyen, kuralları kendi belirlemek isteyen, yenilmeye tahammülsüz, hep talep eden rolde olan çocuklar ise daha az kabul edilen ve daha az ilişki kurulan çocuklar Sınıfta ciddi davranış ve başarı problemi yaşayan çocuklar bazen kendileriyle benzer özellikler gösteren çocuklarla ilişki kurma eğiliminde olmaktadırlar. Bu daha çok kendilerini iyi hissetmek ve yalnız hissetmemek için tercih ettikleri bir şey olmaktadır. Bu sayede hem uyarı aldıkları konularda yalnız olmadıklarını hissetmekte hem de bunu başkalarına da gösterme fırsatı bulmaktadırlar.

Bazı çocuklar da henüz grupla ilişki kurmak konusunda yeterli beceriye sahip değildirler. Bir grubun parçası olmaya henüz hazır değillerdir. Bu durumda tek ilgi alma ihtiyaçlarını karşılamak için hep öğretmenin etrafında dolanırlar. Sadece öğretmenle ilişki kurma eğilimindedirler. Bu çocuklar öğretmen kendileriyle kısa süre bile ilgilenmese mutsuz ve yalnız hissedebilirler.

Öğretmenin sınıf içindeki rolü ne olmalı?

Kuralı belirleyen kişinin öğretmen olması sınıf içinde kurallar ihlal edildiğinde kontrolün de öğretmen tarafından yapılması sonucunu doğurmaktadır. Genellikle de çocuklar otorite figürü yanlarındayken istendiği gibi davranmakta yalnız kaldıklarında ise kuralı bozmaya eğilimli olmaktadırlar. Oysa otokontrol özelliği gelişmiş çocuklar hem kurala uymakla ilgili sorun yaşamazlar hem de diğer çocuklarla ilişkideyken ortaya çıkan sorunlarla bir başkasının yardımı ve müdahalesi gerekmeden baş etme gücüne sahip olabilirler. Otokontrol özelliği gelişmemiş bir sınıf ortamında çocuklar genellikle çıkan sorunlarda birbirlerini öğretmene şikayet etme eğilimindedirler. Öğretmen de böyle bir durumda ne yapılması gerektiğini söyleyen kişi durumunda olmaktadır. Bu durumda çok basit problemlerde bile çocuklar ya şiddete başvurmakta ya da bu konuda yeterince güçlü hissetmiyorlarsa hemen bir yetişkinin yardımına başvurmakta ve böylece kendi kendilerine sorun çözme becerisi geliştirememektedirler. Öğretmen çıkan problemlerde kime ne yapmasını söylemek ya da kuralı hatırlatmak yerine çocuklara bu yaşadıkları sorunla ilgili olarak kendilerinin nasıl bir çözüm düşündüğünü sormayı tercih etmelidir. Sorun çözmeye alışkın olmayan çocuklar başlangıçta etkili çözümler bulamayabilirler ama fırsat verildiğinde çocuk küçük yaşlardan itibaren çocukların kendi ilişkilerinde çıkan sorunları çözmek konusunda becerilerinin olduğu Öğretmenin en önemli fonksiyonu sınıf içinde eşitliği sağlamaktır. Başta da belirtildiği gibi öğretmenin çocuklara tek tek tavrı çocukların sınıf içindeki yerinin belirlenmesinde çok önemli olmaktadır. Çocukların bireyselliklerine önem veren, her birinin farklı yetenek, ilgi ve kişilik özelliği olduğunu unutmadan her birini kendi içinde ilerletmeyi hedefleyen bir tavır içinde olan bir öğretmen tüm çocukların eğitimden ve öğretimden eşit oranda faydalanmasını sağlayacaktır. Ayrıca her soruna müdahale etmek yerine çocuklara kendi sorunlarını çözmek konusunda destek vermek yönündeki bir tavır öğretmenin enerjisini gereksiz yere harcamasına da engel olacaktır.

Çocuklar sınıfta yalnız hissettiklerinde...

Sosyal kabul görmenin önemi düşünülürse çocukların sınıfta tercih edilmeyen, istenmeyen çocuk konumuna düşmeleri ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olabilir. Bazen başarısızlık, bazen yetersizlik hissi çocuğun dışlanmasıyla üst üste gelebilir. Bu da çocuğun içine kapanmasına neden olabilir. Bu durumda önce çocuğun sorununun ne olduğunu belirlemek önemlidir. Aile ile de ilişki kurulup benzer davranışların ve sorunların okul dışı ortamlarda da yaşanıp yaşanmadığını araştırmak önemlidir. Çünkü çocuklar bazen farklı ortamlarda farklı davranabilirler. Bunu belirlemek sorunun ortama bağlı olup olmadığını saptamak açısından önemlidir. Kabul görmeyen ve bu nedenle sorun yaşayan bir çocuğu yeniden popülarize etmek, onun değişik yönlerini ortaya çıkarmak, sınıfta yeni başarabileceği sorumluluklar vermek, onu arkadaşlarının yanında başardığı konularla ve olumlu özellikleriyle ilgili övmek, onun da dahil olacağı bir çalışma ekibi belirlemek, ders dışında da bir arada çalışmaları konusunda ödev vermek etkili olabilmektedir. Ancak çocuğun okul başarısızlığı çok belirgin ise, başka ruhsal ve davranışsal sorunlara ait belirtiler gösteriyorsa, başlangıçta aile ile iletişim kurmak ve profesyonel bir destek konusunda yönlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

0 yorum:

Ergenlikte Özgüven

Özgüvenin Gelişimi

Çocuklarda özgüvenin oluşumu bebeklik döneminden itibaren başlar. Bebeklik çağından itibaren öncelikle sevgi, şefkat ve ilgi gören, ihtiyaçları yeterince karşılanan, koşulsuz sevildiklerini ve koşulsuz kabul ve destek gördüklerini hisseden çocuklar kendilerine güvenirler ve yaşamda karşılaştıkları güçlüklerin üstesinden gelmek konusunda daha etkili olabilirler. Çocuklar gelişen her yeni becerilerini kullanmak isterler. Denedikleri ve başardıkları her becerinin ardından kendilerine güven duyarlar ve denemeleri konusunda çevrelerinden gördükleri destek onları yeniden denemek konusunda motive eder. Öğrenme isteğinin temelinde de bu yatar. Çocuğun öğrenmeye istek duyabilmesi için öncelikle gelişen becerilerini kullanma alanı bulması gereklidir. Anne-babalar çocuklarına yemek yemeleri, giyinmeleri gibi konularda fazla yardımda bulunduklarında onlara “yardımsız bir şey yapamazsın” mesajı verirler ve bu tavır da genellikle çocukların özgüvenlerini etkiler. Her konuda destek almaya, yardım görmeye alışmış, daima ne yapması gerektiği söylenmiş ve kendi kendine yeterince iyi yapamayacağı vurgulanmış bir çocuğun ve gencin öğrenme ve deneme isteği de kırılacaktır. Sürekli denetlenen ve yaptığı hatalar gösterilen çocuklar mükemmeliyetçi olmaya başlarlar ve kendilerini yetişkinlerle karşılaştırarak sürekli yetersizlik duygusu hissederler. Bu da hata yapmak korkusuyla yeni bir şey denemekten çekinmeye dönüşebilir. Böyle bir durumda çocukları ve gençleri zorlamak yerine yata yapmanın doğal olduğunu, ancak denemek yoluyla daha iyiyi başarabileceklerini vurgulamak gerekmektedir. Öğrenme isteğinin artması çocuğun başarabildiğini görmesiyle mümkün olabilir. Bu nedenle çocuğun öğrenebilme ve yapabilme potansiyeli göz önünde bulundurulmalıdır. Çocuklar genellikle yapamama ve başarısız olma kaygısıyla birçok şeyi denemekten kaçınırlar. “Bunda yapamayacak ne var?” demek yerine “istersen bir deneyelim, ne kadarını yapabildiğini görelim!” demek daha etkili olacaktır. Öğrenme deneyimlerinde çocuklara yetersiz oldukları, beceremedikleri yönleri ve hataları yerine yapabildiklerini göstermek daha motive edici olacaktır.

Anne-Baba Tavrının Önemi

Çocuklar büyüdükçe becerilerinin gelişimiyle ve sosyalleşmeleriyle birlikte kendilerinin ve birey olduklarının da farkına varmaya başlarlar. Yetenekleri konusunda desteklenen bireyselliği önemsenen, bağımsızlaşmasına fırsat verilen, önemli ve değerli olduğu hissettirilen her çocuk özgüven geliştirebilir. Bazen anne-babaların sevgi, ilgi ve kontrol kaygısı çocuğun kendini ortaya koyamamasına, yeteneklerini geliştirmeye fırsat bulamamasına, kendini ifade edememesine ve yetersiz hissetmesine neden olabilmekte ve özgüven gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir. Tam tersi olarak ihmal edilen, hor görülen, aşağılanan, utandırılan, eleştirilen ve kendisinden yapabileceğinin çok üzerinde performans ve başarı beklenen çocukların da özgüveninin gelişemediği ve hep bir yetişkinin onayına, desteğine ve kontrolüne bağımlı kaldığı bilinmektedir. Kendini ortaya koyma, becerilerini geliştirme konusunda girişken olma, karar alabilme, aldığı kararları uygulama cesaretini kazanma gibi konular ancak özgüvenin varlığıyla gerçekleşebilir. Ve hem akademik yaşantının hem de sağlıklı ve uzun süreli sosyal, duygusal ilişkiler kurabilmenin ön koşuludur. Bu nedenle çocuğun özgüveninin oluşması büyük ölçüde anne-baba tavrı ile ilgilidir.

Ergenlik Döneminin Temel Özellikleri ve Özgüven Sorunu

Ergenlik insanda bedence, boyca büyümenin, hormonal, cinsel, sosyal, duygusal, kişisel ve zihinsel değişme ve gelişmelerin olduğu buluğ ile başlayan ve bedence büyümenin sona ermesi ile sonlandığı düşünülen özel bir evredir. Bu dönem bir nevi yetişkinlik provasıdır. Bu nedenle de özellikle sosyal ilişkiler çok önem kazanır. Ancak bu dönemin en önemli karakteristiklerinden biri de çabuk kurulan ama bir yandan da çabuk bozulan ilişkilerdir. Çevreden kolay etkilenme, toplumda sivrilme isteği, rol sahibi olma ve saygınlık kazanma çabası çok belirgindir. Arkadaşlık, arkadaşların ergenin kendisi hakkındaki düşünceleri çok önemlidir. Ait olmanın önemi çok artmıştır. Bu nedenle dahil olduğu gruplara ait olan yazısız kurallara uyulur. Ergenlik döneminde benlik duygusunun kazanılma çabası çok belirgindir. Bu dönemde ergen toplumdaki rolünün, statüsünün ne olduğuyla ve ne olacağıyla yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlar. Başkalarından aldığı geri bildirimle benlik yapılanmasını etkiler. Bu benlik yapılanması sırasında toplum içinde kendisine model olabilecek kişilerle özdeşleşir. Hem kendi görüşlerine beğenilerine uygun kişileri model alır hem de akran gruplarıyla etkileşim içine girmeye başlar. Bu özdeşleşme ihtiyacı genci aile dışında yeni arayışlara sürükler. Arkadaşların ve toplumun söyledikleri çeliştiğinde çatışma yaşanır. Birey olarak görülme ihtiyacı ve özgürlüğünü hissetme ihtiyacı belirginleşir. Ergenin bu dönemde çevresiyle sağlıklı ilişkiler kurması benlik gelişiminde oldukça belirleyicidir. Özellikle de akranları tarafından kabul görmek, onaylanmak önemli bir ihtiyaç olur. Bu dönemde bazı sosyal uyumsuzluklara hatta bazı davranış bozukluklarına da rastlanabilir. Anlaşılmak ve çevresi ile iyi bir iletişim içinde olmak bu dönemdeki sorunların en aza inmesini sağlamaktadır. Ancak bunun tersi olarak gencin içinde yaşadığı toplumun, okulun, ailenin empatiden uzak, baskıcı yaklaşımı gencin hem psikolojik hem de davranışsal sorunlarının zeminini oluşturur. Anlaşılmamış ve yalnız hissetmek güven kaybını, içe kapanmayı ve bir çok depresif özelliği beraberinde getirir. Bazen bu süreç genci intihara kadar sürükleyebilir. Bu yalnızlık ve çökkünlük hissi bir çok uç gruplara dahil olma isteğini, suça eğilimi de beraberinde getirebilir. Ergenlikte duygular da farklı ve değişkendir. Kaygı artar, duyguların tümünde yoğunlaşmalar, duygu istikrarsızlıkları, çabuk demoralize olma, karamsarlık, zor memnuniyet, sıkıntı bu dönemdeki duyguların karakteristikleridir. Ayrıca aşırı hayal kurma isteği, yalnız olma isteği, zaman zaman sosyal ilişkilerden çekinme, (çekingenlik şeklinde de ortaya çıkabilir) koşulsuz kabul ihtiyacı, tedirginlik, huzursuzluk, dalgınlık, çabuk heyecanlanma bu tabloya eşlik eden durumlardır. Bu dönemin doğal yapısı gereği, aileye bağımlılık azalır. Dolayısıyla sınırdan hoşlanmama, eleştiriyi kabul etmeme, kurallardan şikayetçi olma, boş vermişlik ve anne-babanın beğenileriyle alay etme görülebilir. Aileyle sık sık fikir bazında çatışmalar olabilir. Otoriteye direnme ve toplumsal zıtlaşma eğilimleri nedeniyle okulda, evde ve başka sosyal çevrelerde sorunlar yaşanabilir.

Ergen Anne-Babası Olmak

Ergenlik döneminde çocukları olan anne-babaların öncelikle bu dönem boyunca sabırlı olmaları, değişime açık ve istekli olmaları önemlidir. Çünkü bu dönem belki de bugüne dek uyguladıkları disiplinin eksik yönlerini, hatalarını fark edecekleri ve telafi etmek için belki de son şanslarının olduğu bir dönemdir. Öncesinde yapılan hatalarla bu dönemde bazen oldukça sert bir şekilde yüzleşilebilir. İletişimdeki sorunları fark etmek ve uygun çözüm yolları aramak, gerekirse bir profesyonel yardım aramak bu dönemde çok önemlidir. Gencin bu dönemdeki tepkileri tamamen kendi içinde bulunduğu değişim süreciyle ilgili olabilir. Bu tepkilerin tümünü kişiselleştirmemek önemlidir. Bu sorunların geçici olabileceğini düşünüp kararlı ve dengeli davranabilmek gerekmektedir. Zaman zaman çatışmalar yaşanmasından korkmamak gerekir. Çünkü çatışma da bir iletişimdir. Önemli olan çatışmaları uygun ve karşılıklı çıkarları koruyacak şekilde çözümleyebilmektir. Gençlerin duygularını rahatça ifade edebilmelerini desteklemek, buna fırsat vermek çok önemlidir. Onları dinlerken, yargılamamak, fazla öğüt verici olmamak, bireysel özelliklerinden ötürü eleştirmemek, suçlayıcı olmamak önemlidir. Genç sorunlar yaşanabileceğini ama bu sorunların, gerek çatışma ile gerek daha sakin bir şekilde anne-babasıyla çözülebileceği inancını geliştirebilmelidir. Yani birlikte sorun çözmeyi öğrenmelidir. Disiplin bu yaşlarda da çok önemlidir. Çünkü bir arada huzurlu yaşamanın şartı disiplindir. Gençlerin bireyselliklerine özen gösterirken, onların seçme özgürlüklerine saygı gösterirken, bir yandan da yönetimin anne-babada olduğunun bilinmesi önemlidir. Her iki tavrın dengesi gencin özgüvenini belirleyecektir. Bu sonsuz özgürlük isteğinin arkasında bir yandan da bir kontrol edilme arzusu vardır. Çok büyük değişiklikler yaşandığı için aslında genç kendini tam olarak kontrol edemediğinin farkındadır ve bu da güven sorunu yaşamasına neden olur. Bu aşamada anne-babanın sınırsız özgürlük yerine, onun arkasında, belli bir mesafede; koruyucu, kural koyucu olarak durması aslında bir yandan da gence güven verir.

Bireyselliğin desteklenmesi de elbette çok önemlidir. Sorumluluk vermek, desteklemek önemli kavramlardır. Onun yerine düşünmemek, onun yerine sorumluluk almamak bireyselliğin desteklenmesinde çok önemlidir. Gencin dengesizlikleri ve duygusal gel-gitleri sırasında ona iyi model olmak çok etkilidir. Sizin de ona ondan beklediğiniz gibi saygılı olmanız, tutarlı olmanız, açık ve kabul edici olmanız, bunları ondan sözel olarak istemenizden daha etkili olacaktır. Koşulsuz sevgi ve koşulsuz kabul bu dönemde belki de en önemli destektir. Genç birçok konuda dengesizliğinin farkındadır ve buna rağmen anne-babanın sevgisini ve ilgisini hissedebilmek onu rahatlatır ve başka arayışlara sürüklenmesine engel olur. Ortaya çıkan sorunları konuşmaya zaman ayırmaya özen gösterilmelidir. Çünkü ertelenen problemler iyice çözümsüz bir hal alabilir ve ne olduğunu anlamadan çocuğunuzu ve kendinizi kocaman ve çözülemez bir sorunun içinde bulabilirsiniz. Onun için koyduğunuz kuralları mümkün olduğunca birlikte belirlemeniz gerekmektedir. Çünkü kendisinin kabul ettiği kurallara uyma olasılığı da artacaktır. Bu ihtiyaçların gencin ihtiyacına göre güncellenmesi de önemlidir. Buradaki yaptırımların ve kısıtlamaların adil olması, tek tarafın çıkar ve isteğine göre belirlenmemiş olması önemlidir. Bu dönemdeki en büyük problemler dengesiz, huzursuz aile ortamlarından kaynaklanmaktadır. Aile içinde sorunlar yaşandığında genç ihtiyaç duyduğu tutarlılık ve güven ortamını bulamamakta ve kendi dengesizliği içinde kaybolmaktadır. Böyle bir aile ortamı gencin de dengesizliğinin, kararsızlığının, güvensizliğinin artmasına neden olmaktadır. Bu nedenle anne-babaların bu dönemde çocukları için huzurlu ve dengeli bir aile ortamı yaratmaya çaba göstermeleri gerekmektedir.

Uzman Yardımı

Kişiliklerinin gelişim sürecinde olan ergenler, dışarıdan gelen yorumlara karşı çok hassastırlar. Ayna karşısında, başkalarından gelecek yorumları düşünerek saatlerini geçirebilirler. Eleştirilmek, yanlış ya da gülünç bulunmak konusunda çok kırılgandırlar. Bu yüzden kendilerine dışarıdan bakma ve beğenmeme eğiliminde olabilirler. Çocuklukta bazı temel sosyal becerileri edinememiş ergenler için bu durum çok zorlayıcı olabilir. Gülünç bulunmamak, reddedilmemek için topluluk içinde konuşmaktan, başkalarının dikkatini çekecek şeyler yapmaktan kaçınırlar. Bu durum onları iyice pasifize ederek, sosyalleşmelerine ve bu tip beceriler kazanmalarına sekte vurur. Arkadaş edinmekte, yeni insanlarla tanışmakta zorlanırlar. Eğer ergen bu konularda zorluk yaşıyorsa ve bu zorluk nedeni ile özdeğerini küçümseyip, akademik ve sosyal alanlarda başarısız hissediyorsa, bir uzmana yönlendirmek faydalı olacaktır. Çünkü ergenlik döneminde gözden kaçan bu tip problemler, yetişkinlikte daha ciddi boyutlu psikolojik problemlere yol açabilir.

Ergenlik dönemindeki her genç zaman zaman özgüven sorunları yaşayabilir. Bu dönemin temel özelliklerinden olan, yetersizlik hissi, duygusal git-geller, depresif özellikler, kendinden memnuniyetsizlik gibi bir çok özellik gençlerin zaman zaman zorlanmasına, uyumlarının bozulmasına, kendilerine ve topluma yabancılaşmalarına, intihar düşüncelerinin gelişmesine, kendisine zarar verici davranışların ortaya çıkmasına, benlik algılarının zarar görmesine neden olabilir. Bu sıkıntıları yaşayan genç kuralları tümden reddetme eğiliminde olabilir; madde/alkol kullanımına yönelebilir; sosyal yaşamı tüm bu değişimlerden ciddi şekilde etkilenebilir. Tüm bu özellikler gencin ve ailenin profesyonel bir yardım almasını gerektirecek niteliktedirler. Ergenlik döneminin en önemli riskinin depresyon ve buna bağlı intihar riski olduğu unutulmamalıdır. Özgüven kaybı ve buna bağlı diğer sorunların varlığı her zaman dikkatli bir takibi gerektirir.

0 yorum:

Üvey Annelik/Babalık

Anne-babası ayrılan ve boşanan her çocuk, annesinin ve babasının bir başkası ile evlenmesi endişesi taşır. Aynı şekilde bir ebeveynini kaybeden çocuklar da bu endişeyi taşırlar. Doğal olarak her çocuk annesi ve babası hayatta ise, onları bir araya getirme çabasındadır ve gerçek olmayacağını bilse bile bunun fantezisi ile yaşar. Çocuklar için annenin veya babanın yeni duygusal ilişkilerini kabullenmek bu nedenle de çok zordur. Bazen “evlenmemeleri kaydı ile” bu ilişkiyi kabul ettiklerini dile getirirler. Çünkü evlenmeleri demek anne-babalarının bir araya gelmelerinin daha da zorlaşması demektir. Bazen başkaları ile evlenmelerine hatta başka çocukları olmasına rağmen, anne ve babalarının yeniden bir araya gelmesi beklentisi içinde olabilirler. Bu nedenle üvey anne ve üvey baba ile kurulan ilişkinin şeklinde bu beklenti çok belirleyici olmaktadır. Çocuklar hem annelerini hem de babalarını görmek, her ikisinin de mutlu ve huzurlu olduğunu bilmek isterler. Ancak boşanma durumunda bu denge genellikle bozulur. Çocuk bir ebeveyninin yanında kalır ve diğerini daha sınırlı zamanlar içinde görür. Bu da çocuğun giden ebeveyn tarafından terk edilmiş gibi hissetmesine, yanında kalan ebeveyni de kaybetme korkuları yaşamasına neden olabilir. Böyle bir durumda gidenin yerine gelen üvey anne ya da baba, çocuğun tüm endişelerinin, ebeveynini kaybetme korkularının ve her iki ebeveyne olan kızgınlıkların hedefi olabilir. Çocuğun anne ve babasının birbirlerini suçlayıcı tavırları ve çocuğu bir taraf tutmaya yönlendiren tutumları da çocukların endişelerinin artmasına neden olur. Çocuk onların ayrılıklarının yarattığı üzüntü ve yoksunluk duygusu ile baş etmeye çalışırken bir yandan da iki taraf arasındaki kaotik ilişki içinde hırpalanır. Bunun sonucunda annenin ya da babanın yerine geçen “yeni ebeveyn” ile sağlıklı bir ilişki içinde olması zorlaşır. İster istemez annesinden veya babasından –veya bazen her ikisinden de- duyduğu karşı tarafı yargılayıcı ve suçlayıcı sözler çocuğun her iki tarafı da savunma çabası içine girmesine neden olabilir. Bu da kendi duyguları ile anne-babasının duygularının çok iç içe geçmesine ve gerçek duygularını fark edemeyerek birçok iç çatışma yaşamasına neden olabilir. Böyle bir durumda da üvey anne veya babayı suçlayarak, sorunun nedeni olarak onları görme eğiliminde olabilir. Bu bakış ise onlarla da kızgın bir ilişki içinde olması sonucunu doğuracaktır.

Anne ve babanın boşanma sonrasında birbirleriyle iyi bir ilişki içinde olması durumunda ise çocuklar üvey anne ve babayı daha kolay kabullenebilmekte ve bu durumu daha az travmatik olarak yaşamaktadırlar. Ancak anne ve baba birbirleriyle olan sorunları çocuğa aktarmadan halledip bu şekilde ikinci bir evlilik yapabilmişlerse çocuklar bu süreci çok daha az hasarla atlatabilmektedirler. Çünkü her çocuk annesini ve babasını huzurlu görmek ister. Huzurlu ve durumundan memnun bir ebeveyn ayrılık durumunda çocuğa güven verir. Bu nedenle de bu duygu ile ikinci bir evlilik yapan ebeveynin yeni eşi de çocuk tarafından daha kolay kabullenilir.

Üvey anne/üvey baba olmak oldukça zor bir roldür. Hem toplumsal olarak herkesin gözünün
üzerinde olduğunu bilmek, hem birden bire sahip olunmuş annelik/babalık rolü, başlangıçta
korkutucu ve zorlayıcı olabilir. Doğal anne/babalık, hamilelik sürecinden itibaren bir hazırlık
aşamasından sonra kazanılan bir roldür. Bebeğin büyütülmesi sırasında da ilişki her geçen gün gelişir. Çocuk anne ve babaya; anne ve baba da çocuğa doğal seyrinde alışır. Ancak üvey anne-baba olunduğunda hem ilk evliliğin getirdiği psikolojik yük hem de birden bire bire çocuğun annesi ve babası olmaya çalışmanın getirdiği psikolojik yük üst üste gelir. Öz anne-baba ile rekabet etme zorunluluğuna, boşanma nedeniyle örselenmiş bir çocuğa annelik/babalık etme zorunluluğu eklenir. Diğer yandan bir çocuk o ilişki içinde eşin eski eşiyle ilişkisinin devamının da bir temsilidir. Çocuk nedeniyle eski eş ile temasta olunması gerçeği de kızgınlık yaratabilir. Bu kızgınlık bazen ister istemez çocuk ile olan ilişkiye de yansıyabilir.

Bazen de birdenbire bir çocuğa anne ya da baba olmak çok keyif veren bir gelişme olarak algılanmaktadır. Özellikle çocuk, bebek yaşta ise onunla ilişki kurmak daha kolay olmakta bu da o ilişkiden keyif alma ve anne/baba gibi hissetme olasılığını artırmaktadır. Özellikle, giden ebeveyn çocuğu ile yeterince iyi ve yakın bir ilişki içinde değilse üvey anne/baba bu boşluğu doldurmaya aday biri olarak görülebilir ve çocuk iyi bir ilişki içinde olduğunu fark ettikçe yeni gelen kişiye daha fazla bağlanabilir. Sonuçta bu ilişki şekli hem çocuğun ihtiyacını karşıladığı hem de üvey anne/babayı iyi hissettirdiğinden iki taraf için de tatmin edici olmaktadır.

Anne veya babanın kaybının ardından ebeveynin evlenmesi çocuklar için çok daha travmatik olabilmektedir. Özellikle çocuk, kaybın yasını tam olarak yaşayamamışsa ve bu yas sürecini tamamlayamamışsa yaşam boyu sürebilecek sıkıntılara neden olabilir. Böyle bir durumda üvey anne/babayı kabullenmek ve içselleştirmek çok daha zor olmakta; çocuğun psikolojik gelişimiyle ilgili problemler oluşabilmektedir. Böyle bir durumda çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durum değerlendirilmeden ikinci bir evliliğe karar vermemek ve çocuğun buna hazır hale gelmesini beklemek en uygun yaklaşım olacaktır. Aksi halde hem üvey anne-baba için çok zorlayıcı bir süreç olabilir hem de çocuğun annesine/babasına ve üvey annesine/babasına kızgınlığı kendi baş edebileceği düzeyin çok üzerinde seyredebilir.

Çocuğu Hazırlamak

Annenin veya babanın bir başkasıyla evleneceği fikrine alıştırılması son derece önemlidir. Çocuklar her tür değişikliğe uyumda belli bir süreye ihtiyaç duyarlar. Burada çocuğun yaşı, cinsiyeti, psikolojik yapısı ve birlikte kaldığı ya da giden ebeveynin özellikleri elbette çok belirleyicidir. Ama her durumda çocuğun adım adım bu değişikliğe hazırlanması gereklidir. Öncelikle evlenme konusuna gelinmeden bu kişi ile tanıştırılması, onunla ilişki kurmasına fırsat yaratılması ve evlilik konusunun da zamana yayılması gerekmektedir. Bu değişikliğin onun hem annesini hem babasını görmesine bir engel oluşturmadığının ve onun annesi/babası olma gerçeğini değiştirmeyeceği konusunun altının çizilmesi son derece önemlidir.

Çocuk, kendisi istemediği ve tercih etmediği sürece üvey anne ve babaya “anne” ya da “baba” demeye zorlanmamalıdır. Çünkü onun öz annesi ve babası vardır ve her durumda olmaya devam edecektir. (ölmüş olsa bile) Çocuklar hayatlarında olan değişiklikler sonrasında neyle karşılaşacaklarını bilmek isterler. Bu nedenle başka biri ile evlenmeniz durumunda onun nasıl bir hayatı olacağını, annesini/babasını ne zaman, nasıl ve ne sıklıkta görebileceğini, bu kişi ile ilişkisinde nasıl bir tutum içinde olmasını beklediğinizi net bir biçimde ifade etmelisiniz. Ayrıca onu hiçbir şeye zorlamamalı, bu duruma hemen uyum sağlamasını beklememeli, böyle bir durumda en mağdur olan kişinin çocuğunuz olduğunu unutmamalısınız. Üvey anne/baba olarak sizin samimiyetinize inanmak için zamana ihtiyacı olduğunu hatırlamalı, bu durumun çocuk için kabullenilmesi ve yaşanması çok zor bir durum olduğunu aklınızdan çıkarmamalısınız.

Onunla kurduğunuz, içten, sıcak ve gerçek sevgiye dayalı ilişki hemen olmasa da bir süre sonra çocuk tarafından fark edilecektir. Bu seviyeye gelene kadar tavrınızı değiştirmemeli, sizin tutumunuzun gerçekliğini test etmeye devam edeceği gerçeğini aklınızdan çıkarmayarak, aynı tavrınızı sürdürmelisiniz. Sizin tavrınızdaki tutarsızlıklar çocukların sizi kabullenmesini zorlaştıracaktır. Bu nedenle çocuğun size olan kızgın, agresif ve zaman zaman pasif agresif tutumlarına kızgınlıkla karşılık vermek yerine tüm bunların çocuğun korkuları ve kaygılarıyla ilgili olduğunu düşünerek anlayışlı davranmaya devam etmelisiniz. Üvey anne/babaların en sık yaptıkları hata çocuğun gerçek anne/babasıymış gibi davranma çabası, dolayısıyla çocuğun da onlara gerçek anne/babasıymış gibi davranması beklentisi olmaktadır. Ancak bu tamamen yanlış bir tutum ve yanlış bir beklentidir. Ne kadar iyi ilişki içinde olursanız olun ve çocuk öz annesiyle/babasıyla ne kadar kötü bir ilişki içinde olursa olsun, siz onların yerini tam olarak dolduramazsınız. Hatta bazen onlardan daha “iyi” olmanız da çocuğu kızdırabilir. Çocuğun kendi öz anne/babasının yetersiz olduğunu fark ettiren rolde olmanız, çocuğun kendi öz anne/babasına olan kızgınlığı size yansıtmasına neden olabilir. Sadece iyi ilişki içinde olmaya çalışmak yeterli olacaktır. Asılların yerini almaya çalışmak yerine onları yedeklemeye çalışmak, bu yolla çocuğun zorlanmasını en aza indirmek hedef olmalıdır.

Özetle üvey anne/babalık rolü son derece zor ama bir o kadar da önemli bir roldür. Çünkü üvey anne/babanın çocukla kuracağı ilişkinin kalitesi, çocuğun kişilik gelişimi açısından bazen kendi öz anne/babası ile kuracağı ilişkiden bile daha önemli olmaktadır. Kendi öz anne/babası ile olan ilişkideki zorlanmaların yarattığı boşluğu, üvey anne/babanın telafi edebilmesi, bu yolla çocuğun daha sağlıklı bir özdeşim modeline sahip olabilmesi mümkün olabilmektedir.

0 yorum:

Ebeveynlerin Sıklıkla Yaptığı 10 Hata

Ebeveynlerin sıklıkla yaptığı hatalar nelerdir?

Aslında ne yapılmalı?

1. Çocuğum Hiç Üzülmesin…

Ebeveynlerin çoğu çocuklarının üzülmesinden,  ağlamasından ve hüzünlenmesinden rahatsızlık duyarlar. Bu nedenle de çocuklarını daha fazla üzmemek adına üzüntü yaratacak durumları yaşatmamaya gayret gösterirler. Üzüleceği bir şey olduysa  bu üzüntüyü giderebilmek ve çocuğu mutlu etmek adına onun çok seveceği şeyler yapıp çok memnun olacağı şeyler almaya çalışırlar. Böylece çocuk hep mutlu olacak, üzüntü gibi rahatsızlık veren bir duyguyu hiç yaşamayacaktır. Peki aslında bu tavır çocukta nasıl bir etki yapar? Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi yaşamda karşılaştıkları sorunlarla baş etmeyi ancak deneyimle öğrenebilirler. Örneğin hiç engellenmeyen bir çocuk, sosyal bir ortama girdiğinde ve kendi istediği olmadığında çok büyük bir sıkıntı yaşar; kendi istediğinin olması için büyük bir çaba içine girer; agresifleşebilir, huzursuzlaşabilir, uyumsuzlaşabilir ya da kendi içine dönebilir. Oysa evde annne babadan her zaman her istediğinin olamayacağını öğrenen ve ihtiyaçlarını erteleme deneyimi yaşayan bir çocuk sosyal bir ortama girdiğinde engellenmekten hoşlanmasa da bu duygusuyla baş edebilecek deneyimlere sahip olur. Böylece yaşıtlarıyla ilişkisinde çok daha mutlu, huzurlu ve uyumlu olur. Çocuklar sanıldığının aksine olumsuz duygularla daha kolay baş edebilirler. Bu nedenle aile içinde yaşanan üzüntü verici durumların çocuklarla paylaşılması gerekir. Böylece çocuklar üzüntü yaratan durumları değerlendirme ve sonrasında ortaya çıkan karmaşık duygularla baş etme deneyimi yaşarlar.

2. Çocuk Babadan Korkmalı (mı?)

Bir çok ailede anne çocuğuyla çok yakın ilişkide olduğu için disiplini sağlamakta ve çocuğa söz geçirebilmekte zorlanır. Bu nedenle de disiplin işi çocukla çok daha az ve kısıtlı zamanlarda ilişkide olan babaya devredilir. Anne baş edemediği noktada çocuğu babaya havale eder. Bunun çocuk için de daha sağlıklı olduğu düşünülür. Çünkü aksi halde, babanın çocukla yakın bir ilişkisi olması durumunda disiplinin elden gideceği ve çocuğun kontrolünün hiçbir şekilde mümkün olmayacağına inanılır. Oysa babanın da annenin de disiplin konusunda eşit söz sahibi olduğu ailelerde çocuklar çok daha sağlıklı büyüyorlar ve aile içi iletişim sorunları en aza iniyor. Çocuğun babadan korkması baba ile ilişkisinde rahat olamamasına yol açıyor. Diğer yandan anneye de her konuda nazının geçtiğini düşünmesi yine anne ile ilişkisinde güven duymamasına ve yeterli özgüveni geliştirememesine neden oluyor.

3. Çocukla Birlikte Uyumak

Özellikle çalışan anneler çocuklarıyla az zaman geçirdikleri ve çocuğa daha uzun süreli şefkat hissi verebilmek adına çocukla birlikte uyumayı tercih edebiliyorlar. Üstelik çocuk da anne de bu durumdan memnun oluyor. Böylece başka bir uyku seçeneğine gerek duyulmuyor. Oysa anne baba ile uyumak çocuk için bir çok sakınca içeriyor. Öncelikle kendi başlarına kendi yataklarında uyuyamayan çocuklarda özgüven sorunlarına daha sık rastlanıyor. Yaşa bağlı gelişimsel korkularla baş etme becerisi kazanamıyorlar ve bu korkular daha uzun süre devam ediyor. Uzun süren korkular ise başka ciddi kaygı sorunlarına yol açabiliyor. Oysa bir çocuğun kendi odasında, kendi yatağında güvenle uykuya dalmasının ve huzurla sabaha dek uyuyabilmesinin ruhsal sağlığın en önemli göstergelerinden biri olduğu unutulmamalıdır.

4. Sen Her Şeyi Başarırsın!

Çocukların becerilerinin gelişmesi ve başarıya yönlendirmek adına yüksek beklentiler oluşturmak zannedildiğinin aksine çocuklarda yetersizlik duygularına yol açabiliyor. Çocuklar doğaları gereği becerilerini geliştirirken zamana ihtiyaç duyarlar ve yeterince iyi yapamadıkları evrelerde kendi yetersizliklerini hızlıca hissederler. Bu aşamada çocukları teşvik etmek adına fazla zorlamak ve “sen her şeyi başarırsın” dayatması aslında çocukların yaptıkları her hatada telaşlanmalarına ve sonrasında da hata yapmaktan korkmalarına sebep olabilir. Sonrasında ise yeni bir şey denemekten kaçınma, yeni ortamlara girmekten endişe duyma gibi daha ciddi sıkıntılar ortaya çıkabilir. Bu nedenle çocukları överken onlara farkında olmadan fazladan yük yüklüyor olabileceğimizi ve yetersizlik duyguları yaratıyor olabileceğimizi unutmamalıyız.

5. Dünya Çok Tehlikeli

Çocukların tehlikelerden korunması özellikle günümüzde gerçekten anne babaların çok hassas oldukları bir husus. Ancak çocukları tehlikelerden korumak adına dış dünyayı ve yabancıları çok tehlikeli göstermek, anne-babanın yanından asla ayrılmaması  gerektiği konusunda fazla vurgu yapmak, insanların güvenilmeyecek varlıklar olduğunun altını çizmek çocuklarda ciddi kaygı sorunlarına sebep olabiliyor. Özellikle okul öncesi dönemde anneden ayrılma güçlükleri, dolayısıyla okula uyumda zorlanma ve her tür yenilik karşısında aşırı kaygı tepkisi verme gibi sonuçlara yol açabiliyor. Bu nedenle çocuklara dış dünyanın tehlikelerini anlatırken, insanlarla nasıl güvenli ilişki kurması gerektiğine dair de bilgi verilmesi ve hep anne babaya yapışık yaşamak yerine, tek başına kaldığında kendini nasıl koruyabileceği ve güvenebileceği kişileri nasıl ayırd edebileceği konusunda eğitim verilmesi daha yararlı olacaktır.

6. Senden Güzeli, Senden İyisi Yok! 

Bebeklik döneminde bebeğin biriciklik hissini yaşaması temel güven duygusunun gelişiminde çok önemlidir. Ancak çocuk büyümeye ve gelişmeye başladıkça dünyada tek olmadığının kendisi gibi başka çocuklar da olduğunun, bu çocukların da kendisi gibi sevilen, özel çocuklar olduğunun ayırdına varmaya başlar. İşte bu aşamada anne babanın çocuğu tüm diğer çocuklardan üstün görerek, ona da bu duyguyu aşılaması, “sen prenssin/prensessin” tavrı çocukların, her girdikleri ortamda bu “özel” olma hissini aramalarına sebep oluyor. Böyle çocuklar rekabet ve kısançlık gibi duygularla baş etmeyi öğrenemiyorlar. Oysa bu duyguların öğrenilmesi yaşam boyu psikolojik sağlık için önemli. Her zaman birinci ve önce olmak, hep ayrıcalıklı olma arzusu sosyal ilişkiler içinde ciddi zorluklara sebep olabiliyor. Bu nedenle çocuğunuzu severken elbette sizin için biricik ve değerli olduğunu hissettirmeniz ama ona gereğinden fazla “üstünlük” duygusu da yüklememeniz gerekiyor.

7. Abi/Abla Oldun Sen!

Bir kardeşin doğumu birçok çocuk için yaşamın en önemli travmalarından biri olabilir. Özellikle de bu dönemde anne baba uygun tutumlar içinde değilse.. Büyük çocuğu onurlandırmak adına kardeşin doğumuyla birlikte onun abi/abla olduğunun altını çizmek ve ona birden bire evin büyük çocuğu muamelesi yapmak çocuklar için çok zorlayıcı olabiliyor. Bu yaklaşım kardeşlerine olan karmaşık duyguların daha da sertleşmesine ve anne babaya olan kızgınlığın artmasına sebep oluyor. Bunun yerine çocuğa zaman verip onun da bu yeni duruma uyum sağlaması için tüm olumlu/olumsuz duyguları ifade etmesi için yüreklendirilmesi daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü çocuklar bu dönemde özellikle anne babanın gözünde değer kaybetme korkusu yaşadıkları için bu süreçte anne babanın sevgisini ilgisini test etme ihtiyacında olurlar ve sıklıkla anne babanın kendisini mi kardeşini mi kayırdığını takip ederler. Sen abi/abla oldun yaklaşımı büyük çocuğu onore etmekten çok, küçük çocuğu korumaya yönelik bir yaklaşımdır. Bu da çocuğun var olan olumsuz duygularının şiddetlenmesinden başka işe yaramaz.

8. Annen Olmam Ama!

Çocuklar anne babanın istediğini yapmadığında ya da tam tersi olarak istemediklerini yapınca sıklıkla şöyle bir tavır sergilenir: “böyle yaparsan  gideceğim bu evden” veya “beni hasta ediyorsun; annen olmak istemiyorum” Bazen kızgınlıkla bazen de çocuğu uygun davranışa teşvik etmek amacıyla söylenen bu gibi şeyler aslında çocuklar için çok ciddi bir terk edilme tehdidi niteliğinde oluyor. Çünkü çocuk ruh sağlığının en önemli temel taşlarından biri olan temel güven duygusu, “her nasıl davranırsam davranayım, sevilirim, değer görürüm” duygusu bu tür yaklaşımlarla yerini koşullu sevilmeye bırakıyor. Çocuk anne babanın istediği gibi olmadığında terk edileceğini, fiziksel olarak anne baba yanında olsa da duygusal olarak ondan vazgeçtikleri duygusunu yaşayabiliyor. Bu nedenle belki de en tehlikeli tehditlerden birinin de bu yaklaşımla oluştuğu söylenebilir.

9. Her Şeyin Var; Kıymetini Bilmelisin !

Günümüz çocukları elbette bir önceki jenerasyona göre daha fazla şeye sahip olabiliyor. Özellikle de maddi değeri olan bir çok şeye sahip olabiliyorlar. Bir çok anne baba kendi çocukluğunda sahip olamadığı bir çok şeyi çocuğuna verebiliyor ve hatta bunun için çalışıyor. Diğer yandan yine günümüz anne babaları sıklıkla çocukları için oluşturdukları bu özel koşulları sıklıkla dile getiriyorlar. Çocuklarına bu koşulları sağladıkları için çocuklarının daha fazla başarılı olmalarını, daha minnettar olmalarını, daha mutlu olmalarına ve hayatlarından daha memnun olmalarını bekliyorlar. Çocuk anne babanın istediği gibi bir çocuk olmadığında da çocuğun sahip olduğu şeylerin birer birer elinden alınacağı tehdidi gündeme geliyor. Oysa çocuklar sahip olmamayı yaşamadıkları için sahip olmanın da mutluluk veren bir şey olacağı sonucuna da ulaşamıyorlar.  Çoğu gerçekten anne babasını memnun edememenin verdiği suçluluk duygusunu yaşıyor. Belki bir çoğu bunu ifade etmiyor, edemiyor. Bunun yerine çatışıyorlar; talep ediyorlar; bazen de anne babanın sağladığı bu koşulları istemediklerini dile getirip onların istedikleri bir çocuk olmayı da reddediyorlar. Anne babaların bu tuzağa düşmeden çocuklarıyla ilişkilerinde bu tarz maddesel şeyleri referans göstermemeleri, başarının ve mutluluğun sahip olunan şeylerin karşılığı olamayacağını fark etmeleri önemli. Ayrıca çocuklar genellikle karşılanamayan duygusal ihtiyaçların yerine bu tarz maddesel taleplerde bulunuyorlar. Bu sebeple de anne babaların çocukların önce duygusal ihtiyaçlarını ne kadar karşılayabildiklerini fark etmeleri önem taşıyor.

10. Başka Çocukları Örnek Göstermek!

Çocukların anne babaları ile ilişkilerinde en çok şikayetçi oldukları konulardan biri de başka çocuklarla karşılaştırılmaları oluyor. Aslında bir çok ebeveyn çocuğu motive etmek ve ona iyi bir örnek oluşturmak için başka çocukları örnek gösterdiğini dile getiriyor. Ancak çocuklar bu karşılaştırmayı her zaman bir tehdit olarak yaşıyorlar ve “ben yeterince iyi değilim, annem babam beni yeterli bulmuyor, onlara layık bir çocuk değilim” duyguları yaşıyorlar. Bu duygu ile büyüyen çocuklar hem rakip olarak gösterilen çocuklara hem anne babalarına öfke duyuyorlar. Diğer yandan bu duygu, genellikle çocuğun kendini daha da geri çekmesine ve çabadan kaçınmasına sebep oluyor.

0 yorum: