Aldatılan Hamile Kadın Psikolojisi

Evlilik ilişkisinin en önemli dayanaklarından biri de güvendir. Bir kişiyle yaşamı paylaşmaya karar
verirken karşı tarafın her koşulda güvenilir olduğunu bilmek, hiçbir durumda kendisini aldatmıyor olduğuna inanmak gerekir. Bu öngörü olmadan evlilik birliğini kurmak neredeyse imkansızdır. Ancak bazen karşılıklı verilen sözler tutulamaz ve karşı taraf eşinin bilgisi olmaksızın bir başka kişiyle ilişkiye girer. Burada ilişkinin yapısı ve karşılıklı beklentiler-sözler son derece önemlidir. Bazen kişi eşinin karşı cinsten başka biriyle konuşmasını bile tolore edemeyebilir. Ya da tam tersi eski erkek/kız arkadaşıyla zaman geçirmesi kişiyi rahatsız etmiyor olabilir. Buradaki en önemli belirleyici yaşananların karşı tarafın bilgisi dahilinde olmasıdır. Gizlice ve onaylanmadan yapılan her şey ilişkideki güveni sarsacaktır. Gizli ilişkinin daha ileri bir boyuta taşınması, örneğin cinsel ilişki boyutu eklenmesi elbette en çok “aldatma” olarak nitelenecek boyuttur. Ama evlilik ilişkisi güvenin sarsılmasıyla zaten ihanete açık bir hale gelir. Bu nedenle aldatma boyutuna varmadan önce güveni korumaya çalışmak ve güven zedelendiğinde de bunun ne kadar hoşgörü ile karşılanabileceğini belirlemek önemlidir. Çünkü genellikle ilişkilerde cinsel ilişki boyutunda aldatma aşamasına gelmeden önce başka sinyaller de vardır. Ve yine çok az kadın ya da erkek eşi kendisini aldattığında bunun “beklenmedik bir şey” olduğunu düşünür. Özetle aldatma hissedilen bir şeydir ve yine genellikle aldatan eş eşi tarafından bir şekilde hoş görüleceğini bilerek bunu yapar.

Aldatmanın psikolojik boyutu nedir ve erkekler neden aldatır?

Aldatmak genellikle farklı haz arayışlarıyla ilgilidir. Toplumumuzda daha sık görülen şekli erkeğin kadını aldatmasıdır. Bunda toplumsal değerlerin ve erkek için kabul edilen, hoş görülen ve onaylanan davranışların etkisi büyüktür. Neredeyse bebeklikten itibaren erkek çocuklar için kızlara ilgi ve cinsel çağrışım içeren espriler çok vurgulanır. Kızlara ilgi neredeyse “erkek” olmanın bir göstergesidir ve bunun her durumda her ortamda vurgulanması söz konusudur. Hatta 2-3 yaşlarındaki erkek çocukların “pipilerini göstermeleri” komik bir durum olarak ele alınır ve pekiştirilir. Oysa kızlar için tam tersi bir durum söz konusudur. Kadınlık ve kadın cinselliği bastırılan, gizlenmeye çalışılan bir özellik taşır. Evlilik birliği içinde her iki taraf için de “aldatma” “başka biriyle cinsel içerikli bir ilişkiye girme” yasaklansa da erkeğin böyle bir şey yapması durumunda genellikle bu daha az yadırganır. Hatta dilimizde “erkeğin elinin kiri” vb. deyimler de mevcuttur. Aslında hem kadınlar için hem erkekler için ortak olan cinsel haz arayışı daha fazla kabul bulduğu bir ortamda gerçeğe dönüşür. Ya da bazen gizli bir şekilde gerçekleşir. Burada kişilik faktörü, ilişkinin yapısı, kişinin kendi kendine yaşadığı psikolojik sıkıntılar, kendini güçlü hissetme arzusu, eski ilişkinin yıpranmışlığı, kendisini eski ilişkisinde yeterince değerli görmeme, yaşamdan memnuniyetsizlik, yetersizlik hissi gibi bir çok etken belirleyici olabilir. Bazen de gerçekten biten bir ilişkinin habercisi olabilir. Başka birine duyulan gerçek bir aşk buna yol açabilir. Tüm bunların değerlendirilmesi ve olaya sadece bir “ihanet” olarak bakılmaması önemlidir. Değişiklik arayışı ve yaşam rutinlerinin bozulması bir çok psikolojik sıkıntının da habercisi olabilir.

Kadınlar hamilelik sürecinde nasıl bir psikoloji içerisinde olurlar?

Hamilelik kadınlar için hem keyifli hem de zor bir süreçtir. Özellikle beklenen ve istenilen bir hamilelikse bu dönem son derece keyifli geçebilir. İyi giden bir sevgi ve aşk ilişkisinin sonucunda
hamile kalmak hem o aşkın bir ürünü olarak algılanır hem de bu birlikteliğin bundan sonraki nesillere aktarılması anlamını taşır. Bu nedenle de anne adayı için gurur ve keyfin bir arada yaşanmasına neden olur. Aynı duyguları baba adayının da yaşaması durumunda fiziksel bazı zorluklara rağmen hamileliğin keyfi daha fazla yaşanır. Vücudun ve hormonların değişimi, psikolojik olarak da bazı değişimlere neden olur. Ani duygusal değişimler sıktır. Bu dönemde kadının çevresinin ilgisine ve desteğine ihtiyacı her zamankinden fazladır. Özellikle de eşinin desteği ve ilgisi hamilelik sürecinin sağlığı açısından son derece önemlidir. Bir çok kadın için hamilelikle birlikte vücutta oluşan değişiklikler, kilo alma, orantısız bir hal alma vb ciddi sıkıntılara neden olmaktadır. Bu durum adeta kadınlığın kaybı, cinsel çekiciliğin yitirilmesi gibi algılanabilir. Burada da eşin şefkatli ilgisi ve desteği önemli olmaktadır.  Zaman zaman ortaya çıkan kaygılar (bebeğin sağlığı ile ilgili ve hamilelik sürecinin nasıl geçeceğine ilişkin kaygılar) ve korkular ancak eşin desteği ile en aza inebilir. Yine zaman zaman ortaya çıkan yoğun duygusal hassasiyetler, çabuk sinirlenme, kolay hüzünlenme, ağlama vb. tepkilerin bu döneme has olduğu unutulmamalıdır. Özellikle hamileliğin ilerleyen dönemlerinde hareketin kısıtlanması ve doğumun yaklaşması çevrenin ve eşin desteğine olan ihtiyacı daha da artırır. Hamileliğin başından sonuna dek her devrenin farklı bir özelliği vardır ve kadının yaşadığı gerek psikolojik, gerek hormonal gerekse fiziksel değişimler esnasında eşin desteği, toleransı, ilgisi ve sevgisi son derece önemlidir.

Erkekler hamilelik süreçlerinde neden eşlerinden uzaklaşır ve dışa eğilim gösterirler?

Hamileliğe hazırlanmak kadın için olduğu kadar erkek için de son derece önemlidir. Bu süreç içinde kendisini, eşini ve ilişkisini nelerin beklediği hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Çünkü bu dönem yaşam tarzına yepyeni bir bakış getirmeyi gerektiren özel bir dönemdir. Bu nedenle erkeklerin de bu döneme psikolojik olarak hazırlanmaları önemlidir. Böyle bir hazırlık döneminden geçmeyen erkekler bu dönemi zor geçirebilirler. Özellikle de bebek kararı ortak değilse ve baba adayının isteği dışında hamilelik oluştuysa bu durum hem kadın hem de erkek için zorlayıcı bir dönem olabilir. Erkeklerin eşlerinin hamilelik döneminde eşlerinden uzaklaşmalarının bir çok nedeni olabilir. Bazen eşlerinin artık “anne” oldukları düşüncesi eşlerine karşı cinsel isteklerini azaltabilmektedir. Ya da bazen bebeklerine bir zarar verebilecekleri kaygısı ile eşleriyle cinsel ilişkiye girmek istemeyebilirler. Bir çok erkek bu dönemde bu kaygıyı yaşar. Bazen de eşlerinin birden bire çok kilo almaları, yaşadıkları ani duygulanım değişimleri erkekleri uzaklaştırabilir. Eşlerine karşı cinsel isteklerinin azalması erkeklerde kaygı yaratabilir ve bu nedenle bu isteği başka kadınlara duyup duymadıklarını test etmek isteyebilirler. Ancak bu tavırların tümü hamilelik sürecine yeterince iyi hazır olmamakla ilgilidir. Başından itibaren jinekologla yapılacak görüşmelerde erkeğin de bulunması, tüm bu gelişmeler hakkında baştan bilgi sahibi olması, cinsel ilişkinin hangi dönemlerde nasıl sınırlanması gerektiği konusunda bilgi sahibi olunması bu gibi sorunların yaşanmasına engel olacaktır. Bu nedenle anne adaylarının eşlerini başından itibaren sürece dahil etmeye özen göstermeleri önemlidir.

Aldatılan hamile bir kadının psikolojisi nasıldır?

Güvende olmak, desteklenmek, ilgi ve şefkat görmek hamile bir kadının en önemli ihtiyacıdır. Böyle bir dönemde aldatılmak başka dönemlere göre çok daha örseleyicidir. Çünkü kadın bu dönemde bebeğin sağlığının sorumluluğunu da taşımaktadır. Kendisiyle ilgili var olan kaygıları eşin aldatmasıyla iyice belirginleşir. Kendisini yalnız, terk edilmiş hissedebilir. Zaten var olan duygusal dalgalanmalar iyice belirginleşebilir ve derin bir mutsuzluk, depresif duygular ve ağlama krizleri ortaya çıkabilir. Bir yandan yaşadığı bu duygusal sarsıntıdan bebeğin zarar göreceği kaygısıyla suçluluk duyguları ortaya çıkabilir. Kendi fiziksel ve psikolojik durumu dolayısıyla başka bir kadınla rekabet edebilecek güçte hissetmeyebilir, Bu kadını daha da depresif ve çaresiz hissettirebilir. Eşe duyulan kızgınlık, kendisine dönük değersizlik duygularına dönüşebilir ve bir kadının hamileliğinde hiç hissetmemesi gereken duygular yoğun bir şekilde hissedilir. Elbette hamilelik sürecinde annenin psikolojik sağlığı, huzuru ve mutluluğu, bebeğin sağlığı açısından da son derece önemlidir.

Aldatılan eş neler yapmalı ve ruh sağlığını nasıl korumalıdır?

Aldatılmak, özellikle de hamilelik döneminde aldatılmak oldukça sarsıcı bir yaşam deneyimidir. Böyle bir deneyimi yarasız atlatmak kolay değildir. Böyle bir durumda öncelikle eşinizle konunun detaylarını konuşmalısınız. Çünkü sizin kafanızda oluşturduğunuz kaygılardan farklı nedenlerden ötürü eşiniz böyle bir şeye yönelmiş olabilir. her şeyin açık açık konuşulması önemlidir. Mümkün olduğunca kaygıları azaltmaya çalışmak önemlidir. Belki de eşinizle en çok iletişim içinde olmanız gereken dönem bu dönemdir. İhaneti aldatmak ya da aldatmamak konunun başka bir boyutudur. Öncelikli olarak hamilelik süresince ihtiyaç duyduğunuz desteğe odaklanmalısınız. Bunun için de eğer mümkünse eşinizle birlikte profesyonel bir yardım almaktan çekinmemelisiniz.  Sizi dinleyen, anlayan ve destek verebilecek olan yakınlarınızdan, arkadaşlarınızdan destek almanız, sıkıntılarınızı onlarla paylaşmanız yararlı olabilir. Ancak bazen arkadaşlar ve aileler sizi istemediğiniz şeyler yapmaya da yönlendirebilirler. Burada kendi yüreğinizin sesini dinlemeye özen göstermeli ve onların sizi olumsuz etkilemelerine izin vermemelisiniz. Ayrıca jinekoloğunuzla yapacağınız görüşmeler, bebeğinizin sağlıklı gelişimini takip etmek sizi iyi hissettirebilir. Bebeğinizle birlikte yepyeni bir yaşama adım atacağınızı düşünebilir ve bunun da bir yaşam hediyesi olduğu fikrine yönelebilirsiniz. Bazen bu gibi durumlar kötü giden bir ilişkinin sonlanmasına da aracı olabilirler. Böyle bir durumun hamilelik dönemine rast gelmesi elbette son derece üzücüdür ama bazen kötü giden bir ilişkiyi mecburiyetten sürdürmektense böyle bir bahane ile bitirmek daha olumlu sonuçlara neden olabilir. Yani çok kötü gibi görünen bir durum sizin için hayırlı ve olumlu bir gelişme de olabilir. Ama tabi öncelikle böyle bir aldatmanın sizin için ve eşiniz için tam olarak ne anlama geldiğini belirlemeli, bunun üzerine konuşmalı ve birbirinize açık olmalısınız. Bazen bu durum daha önemsiz bir şey olarak yorumlanabilir. Bazen de asla affedilemez bir durum olarak değerlendirilebilir. Burada önemli olan eğer bu konu unutulacaksa ve önemsiz bir şey olarak değerlendirilecekse daha sonra bunun ilişkiyi kötü etkilemesine izin vermemektir. Aksi halde ilişki devam ettikçe bunun sıkıntısı ve güvensizlik de devam edecektir.

0 yorum:

Çocuk ve Aşk

Çocuklukta "AŞK" Olarak Nitelendirilen Duygunun Pedagojik Olarak Analizi


Çocukların bebeklik döneminden itibaren anne-baba dışındaki kişilere fazla yakınlaşma ve bu kişileri “daha özel” bir yere koyma olasılıkları vardır. 3 yaş öncesi çocuklarda bazen başka birine duyulan bu özel yakınlık daha çok o kişiye daha yakın olma, daha sempatik olma şeklindedir. Bu aslında çocuğun sevilme, ilgi görme fark edilme ve önemsenme ihtiyacıyla ilgilidir. Genellikle anne-babalarından ihtiyaç duydukları yakınlığı göremeyen ve bir şekilde ihmal edilen bebekler başka yetişkinlere ya da kendilerinden büyük başka çocuklara yakınlaşmakta, onlarla ilişkilerinde adeta tutku ile bağlı görünmektedirler. 3 yaş öncesindeki bu sıcak duygular çevre tarafından henüz bir “aşk” olarak nitelenmemektedir. Ancak 3 yaşından sonra yani çocuğun anneden bağımsızlaşıp birey olmaya başlamasıyla birlikte çocuk çevredeki birçok şeyi -dolayısıyla  başka insanları- daha farklı şekilde fark etmeye ve tüm dış dünya ile daha yoğun bir şekilde ilişki içine girmeye başlar. Bu çevredeki duyguların anlaşılmaya başlandığı yaştır. Çevredeki duygusal ilişkiler, insanların birbirlerini seviyor, birbirlerine kızıyor olmaları, üzüntüler, mutluluklar, öfkeler, heyecanlar daha dikkatli bir şekilde izlenmeye başlar. 3 yaşından itibaren çocuklar televizyonu da  daha  fazla izlemeye başlarlar. Aynı zamanda yine yavaş yavaş kendi cinsiyetine ait özellikler tanınmaya başlar. Kız çocuklar ve erkek çocuklar kendi doğal rollerini  öğrenmeye ve bunları prova etmeye başlarlar. Henüz karşı cinse tam ilgi olmamakla beraber 4 yaş civarında karşı cins iyice merak konusu olmaya başlar.

Karşı cinsi tanımak bir yandan da kendi farklılığını fark etmek demektir. Birçok çocuk bu yaşlarda hem kendi bedenindeki hazzı tanır hem de iki cinsin birbiriyle ilişkisinin detaylarını merak eder. Bu aşamada tüm bu içsel ve çevresel uyaranların etkisiyle çocuk “aşk”ı da tanımaya başlar. Duygu olarak “aşk”ın ne olduğunu merak eder ve diğer tüm duygular gibi bu duygu da merak uyandırır. Anne-babanın, çevresindeki diğer yetişkinlerin ve televizyonda izlediği görüntülerin etkisiyle bu duyguyu yaşayacağı karşı cinsten birini arar. Bu kişi bazen kendi yaşıtı bazen de bir yetişkin olabilir. Anne-babanın ve çevrenin yakıştırmaları ile de bu duygu pekişir.

Çocuk İçin Aşk Örneği Kimdir? 

Örnek her zaman çevresindeki yetişkinlerdir. Bazen de başka bir çocuğun “ben  ....’a aşığım” tavrı model alınabilir. Bir çok davranış ve tutum gibi “aşık olma” davranışı da model alınabilir ve taklit edilebilir. Ancak belki de aşkın ilk hissedildiği ve tanındığı dönem anneye-babaya olan aşktır. Her çocuğun annesine-babasına hayran olduğu, onu kimselerle paylaşmak istemediği bir dönem vardır. Böylesi bir bağlanmanın yaşanmış olması çocuğun ileriki yıllarda gerçek “olgun aşk”ı yaşayabilmesi açısından da önemlidir. Özellikle anneye duyulan bu bağlılığın yaşanması kadar uygun bir şekilde sonlanması da çocuğun daha sonraki duygusal ilişkileri sağlıklı yaşayabilmesi açısından önem taşımaktadır. Annenin bebeklik döneminde çocuğuyla yakın, sağlıklı ve güvenli bir ilişki içinde olması durumunda 3 yaş civarında çocuklar doğal bir şekilde annelerinden ayrışabilmekte ve bireyleşebilmektedirler.

Anne ile babanın birbirleriyle ilişkileri de çocuğun aşkı ve karşılıklı sıcak duyguları tanıması, algılaması ve değerlendirmesi açısından önemlidir. Birbirleriyle sağlıklı bir iletişim içinde olan, birbirlerine sevgi gösteren, duyguların anlaşıldığı ve ifade edildiği bir ilişki içinde olan anne-babalar çocukların gerçek olgun aşka hazırlıklı olabilmeleri için çok önemli bir ön koşuldur.

Çocukken yaşça büyük olana karşı da aşk tanımlaması altında duygu beslenebilir. (Abinin ya da ablanın arkadaşı. Ya da ebeveynlerin arkadaşları...) Böyle bir durumda ulaşması güç bir hedef karşısında çocuğa nasıl bir tepki verilmelidir?

Verilecek tüm tepkilerin empatik olması önemlidir. Çünkü çocukluktaki bu tarz duygular tamamen özdeşleşme, model alma, kendini ve duygularını tanıma isteği ile ilgilidir. Çocuğun böyle bir durumda ihtiyaç duyduğu tek şey anlaşılmaktır. Bu durumda çocuğa verilecek mesajlar bu “aşk”ın uygunsuzluğu ve olmazlığı değil, aşk olarak ifade edilen uygunun aslında hangi duyguya karşılık geldiğinin ifadesi olmalıdır. “ X abiyi çok seviyorsun, o senin için çok önemli” , X ablanın burada olması hoşuna gidiyor, o senin için iyi bir oyun arkadaşı” vb. gibi geri bildirimler yeterli olacaktır. Bu yaşlardaki “aşk”ın yetişkinlik aşkıyla hemen hemen hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen değişik duyguların provası niteliğindedir. Bu aşk yaşı kendinden büyük karşı cinsten birine olabileceği gibi kendi cinsinden birine yönelik de olabilir. Bu durumda da tepkinin eleştirmek, engellemeye çalışmak yerine çocuğun duygularını anlar nitelikte olması önemlidir.

Anne ve Baba Arasındaki İletişim Çocuğun Karşı Cinse Olan Yaklaşımını Nasıl Etkiler?

Anne-baba iletişimi çocuğun tüm yaşam boyunca model alacağı iletişim biçimidir. Bazen anneye ve/veya babaya olan kızgınlık çocuğun başkalarıyla olan ilişkisinde referans alınırken bazen de tam tersi olarak anne ve/veya babanın olumlu yönleri referans alınır. Ama her koşulda ilişki kurmayı belirleyici olur. Kız çocuk babanın annesine olan tavrına bakarak, babası gibi bir erkeği ya da babası gibi olmayan bir erkeği arar. Aynı şekilde erkek çocuk da anneyi gözlemler. Karşı cinse olan yakınlaşma ergenlik döneminde olmakla beraber, okul öncesi yaşlarda da çocukların karşı cinsle olan arkadaşlıklarında anne-babalarının özelliklerini (olumlu ya da olumsuz anlamda) aradıkları bilinmektedir. Anne-babanın birbirleriyle ilişkisi kadar çocuklarıyla ilişki kurma biçimleri de çocuğun karşı cinse olan yaklaşımını etkilemektedir. Örneğin babasıyla, sıcak, yakın, sevecen, yoğun bir ilişki içinde olan bir kız çocuğu karşı cinsle ilişkisinde daha güvenli olabilecek, kendini daha rahat ifade edebilecektir.

0 yorum:

Anne ve Çocuğun Arkadaşlığı

Anne, Çocuğunun “Arkadaşı” Olabilir mi? 

Birçok anne çocuğuyla arkadaş olabilme çabasındadır. Okul öncesi yıllarda oyun arkadaşlığı olarak başlayan bu ilişki ilk çocukluk yıllarında daha çok duyguların, yaşanan olayların, günlük mutluluk ve sıkıntıların paylaşılması ile iyice arkadaşlık özelliği taşımaya başlar. Çocuğun her şeyini anne ile paylaşması, anne için çocuğun korunması niteliğini de taşır. Böylece yaşadığı sıkıntılar ve üzüntülere çözümler üretmek, okul ve arkadaş problemlerine müdahale etmek, onun yalnız hissetmemesi için tüm önlemleri almak mümkün olacaktır. Ancak unutulmaması gereken şey anne ile çocuğun arkadaşça olabileceği ama gerçek anlamda arkadaş olamayacağıdır. Çünkü anne olmak zaten yeterince yüklü ve sorumluluk gerektiren bir roldür. Çocuğa “iyi anne” olabilmek zaten arkadaşça olmayı kapsar. Bir yandan da çocuğun arkadaşı olmaya çalışmak hem anne için hem de çocuk için zorlayıcı olabilmektedir.

Okul öncesi dönemden itibaren (Yaklaşık 3 yaş civarı) tüm çocuklar yaşıtlarıyla arkadaşlık etme ihtiyacındadırlar ve anneleriyle paylaşamadıkları birçok şeyi arkadaşlarıyla paylaşırlar. Anneleriyle oyun deneyiminde öğrenemedikleri birçok şeyi arkadaşlarıyla birlikteyken öğrenirler. Her çocuk için arkadaşlarıyla olan ilişkileri özeldir, gereklidir ve yerini başka hiçbir ilişki tutamaz. Genellikle annelerin çocuklarını koruma güdüsü ve onların psikolojik gelişimlerini destekleme düşüncesi onlarla yoğun bir şekilde arkadaşlık etme çabasına dönüşmektedir. Birçok çocuk için bu durum başlangıçta çok keyiflidir. Her çocuğun elbette annesiyle oyun oynama, onunla duygularını paylaşma, keyifli zaman geçirme ihtiyacı vardır. Ancak bunun ayarını iyi tutturmak önemlidir. Buradaki en önemli belirleyici çocuğun arkadaşlarıyla ilişkiye zamanının olup olmadığıdır. Eğer çocuk arkadaşlarıyla olmak yerine annesiyle birlikte olmayı tercih ediyorsa anne ile son derece arkadaşça bir ilişki içinde de olsa sosyal anlamda zorluk çekiyor demektir. Aslında her çocuğun annesiyle ilişkisinde yıllar geçtikçe farklılaşma olması beklenir. Yaşla birlikte çocuklar daha bağımsız, daha sosyal, daha dışa dönük olurlar ve bebeklik dönemdeki anneye olan bağımlılık ihtiyacı yerini bağımsızlık ihtiyacına bırakır. Bu bağımsızlaşma esas olarak 3 yaşlarında başlar ve ergenlikte en üst noktasına ulaşır. Okula başlama ile birlikte çocuğun hayatında arkadaşlık çok daha özel bir önem kazanır. Ailelerin bu yıllarda çocuklarının arkadaş edinmesi ve bu arkadaşlıkları sürdürmesi konusunda fırsat yaratmaları ve teşvik etmeleri önemlidir. Ancak birçok aile derslerine engel olacağı düşüncesi ile çocuklarının arkadaşlıklarını engellemektedirler. Bu tip ailelerde çocuğun hem yalnızlık hissi hem de anneye bağımlılık özelliği belirgin olmaktadır.

Anneyle ilişkiye alışkın ve dış dünyada fazla ilişki deneyimlememiş bir çocuk dış dünyayı daha korkutucu, daha tehditkar algılamakta ve başka çocuklarla duygusal ilişkiler kurup sürdürmekte güçlükler yaşamaktadır.

Anne-Çocuk Arkadaşlığının Boyutu

Annelerin çocuklarıyla arkadaşça bir ilişkide olmasının çocukların psikolojik gelişimleri açısından önemi muhakkaktır. Hatta arkadaşça bir tutumun nasıl olması gerektiği konusunda neredeyse hamilelik döneminden itibaren bir anne adayının kendini eğitmesi gerekmektedir. Çünkü çocuklar, hem psikolojik hem de gelişimsel özellikleriyle oldukça çok yönlü bilgiyi gerektiren özelliklerle donatılmışlardır. Yani annelik hazırlık ister. Arkadaşça tavır bebeklik döneminde onu sevgiyle, şefkatle kucaklamak, tüm ihtiyaçlarını zamanında, yeterince ve mutlulukla karşılamak ve dış dünyanın onu kucaklayan, seven güvenli bir yer olduğunu fark ettirmekten ibarettir. Becerileri geliştikçe becerilerini destekleyecek faaliyetlerde ona destek vermek, kendini geliştirmesine olanak vermek önem kazanır.

2 yaş civarı oyun malzemeleri iyice dikkat çeker ve annenin görevi ona bu malzemeleri tanıtmak, sevdirmek, bu malzemelerden keyif almasında ona yardımcı olmaktır. 3 yaşında dış dünya ile ilişki epeyce artar ve artık sosyal ortamlar ilgi çeker. Annenin görevi mümkün olduğunda başka ortamlarda bulunmasını sağlamak ve oyunlarında onun yaratıcılığını desteklemektir. Yuva dönemi boyunca çocukla oyunun yanı sıra ona empatik yaklaşmak, duygularını anlamak ve anlatmasına fırsat vermek önem taşır. Empatik tutum çocuğun bir anlamda yetişkinlik dönemi ilişkilerine de hazırlanması anlamına gelmektedir. Annenin çocuğun kendi arkadaşlarıyla yaşadığı problemlerde kendi kendine çözüm bulabilmesi için dinlemeye ve anlamaya özen göstermesi gerekmektedir. Bu gibi durumlarda asla kendi çözümünü önermemelidir. Çünkü anne ile çocuğun arkadaşça bir ilişki içinde olmasının amacı onu dış dünyaya hazırlamaktır.

Çocuğun anne ile duygularını ve düşüncelerini paylaşmasının temelleri de aslında okul öncesi dönemde atılır. Çocuklar duygularını anlayan ve her koşulda destekleyen anne-baba tavrı karşısında kendilerini rahat ifade edebilirler. Anlaşılmış olma hissi hem çocuğun kendi duygusunu anlamasına hem de anne-baba tarafından kabul görülme hissinin oluşmasına katkıda bulunacaktır. Tersi olarak duyguları bastırılan, sürekli mantıklı çözümler önerilen, duyguları için eleştirilen (örneğin; bunda üzülecek ne var? Ağlama vb gibi) çocuklar hem duygularından utanmayı öğrenirler hem de özellikle olumsuz duygular yaşadıklarında bunları anneleriyle paylaşmaktan kaçınıp daha çok içlerinde yaşarlar.

0 yorum: